Deşti Serhadyan, yazıyı 'ölümsüzlükle yapılan gizli bir anlaşma' olarak tanımlıyor. Ona göre edebiyat, hem bireysel hafızayı hem de toplumsal yaraları görünür kılmanın en güçlü yolu. Aşkı ise 'bazen atom bombası kadar yıkıcı, bazen de beyaz toprak kadar dingin' sözleriyle anlatıyor.
Yazar Deşti Serhadyan, Toplumsal gazetesinden Serpil Meriç'in sorularını yanıtladı. Edebiyatı, sıradan bir uğraş değil, yaşam ve ölüm arasındaki en keskin sınırda yapılan bir pazarlık olarak tanımlayan Serhadyan, "Yazı, ölümsüzlükle yapılan gizli bir anlaşmadır" diyerek satırların ardındaki temel motivasyonunu açıkladı.
Onun için yazı ne yalnızca bir yüzleşme ne de bir vedadır. Aksine, hatırlanmak için verilen çabanın en yalın hâlidir. Serhadyan'ın edebiyata yönelmesinde, Frankfurt Havalimanı'nda annesiyle yaşadığı küçük ama unutulmaz bir anın —kahve fincanı hikâyesinin— sembolik bir kırılma noktası olduğunu aktarması, yazarın kişisel hafıza ile edebiyat arasında kurduğu bağı gözler önüne seriyor.
Aşk: Atom bombası ile beyaz toprak arasında
Serhadyan'ın söyleşide dile getirdiği en çarpıcı görüşlerden biri, aşkın tanımı oldu. Ona göre aşk, aynı anda hem yaratıcı hem de yıkıcı bir güç. "Aşk bazen bir atom bombası kadar yıkıcı, bazen de beyaz toprak kadar dingin," diyor. Bu tanım, bireysel duygularla toplumsal deneyimlerin Serhadyan'ın kaleminde nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor.
Meyyam figürü: bireysel sevgiden toplumsal yaraya
Yazarın eserlerinde öne çıkan Meyyam karakteri yalnızca bir aşk figürü değil; aynı zamanda şarap, acı ve toplumun kolektif yaralarını temsil eden bir metafor. Serhadyan, bireysel bir hikâyeyi toplumsal bir simgeye dönüştürerek edebiyatın yalnızca bireyin değil, bir halkın da hafızası olabileceğini hatırlatıyor.
Sokak diliyle şiirin buluşması
Üslubu konusunda ise Serhadyan'ın dikkat çekici bir tercihi var: Sokak argosuyla şiirsel ifadeyi aynı cümlede buluşturmak. Ona göre Diyarbakır'ın dar sokakları da, Paris'in kafeleri de aynı satırda bir araya gelebilir. "Her kelime başka bir enstrümandır; birlikte çaldıklarında insanın hem ruhunu hem de yarasını ortaya çıkarırlar" diyerek edebiyatını bir senfoniyaya benzetiyor.
Mekânın ruhu, tarihin yükü
Söyleşide, mekânların Serhadyan'ın hayatındaki özel yerinden de söz ediliyor. Diyarbakır, Batman ve İstanbul onun için sadece şehirler değil, aynı zamanda kimliğin ve belleğin aynaları. Özellikle 23 Mart tarihi, annesinin gözyaşıyla özdeşleşmiş bir kırılma anı olarak eserlerinde sık sık yankılanıyor. Bu, onun edebiyatında bireysel tarihle toplumsal tarih arasındaki geçişleri daha da görünür kılıyor.
Edebiyat bir direniş biçimi
Serhadyan için edebiyat, yalnızca kişisel bir ifade biçimi değil, aynı zamanda bir direniş alanı. Unutmaya ve unutturulmaya karşı yazının kendisini bir savunma hattı olarak gördüğünü söyleyen yazar, satırlarının "yarayı görünür kılmak ve iyileştirmek" için var olduğunu dile getiriyor.