Türkiye uzun yıllar Uygurlar için görece güvenli bir liman olarak görülüyordu. Ancak son yıllarda artan Çin-Türkiye ekonomik ilişkileri, Türkiye'de uygulanan tahdit kodları ve keyfi sınır dışı kararlarıyla birlikte, Uygurların ülkede güvenlik bulması giderek zorlaştı. Hem Çin'in diaspora üzerindeki baskıları hem de Türkiye'deki hukuki ve idari belirsizlikler, Uygurların günlük yaşamını felç eden bir risk ortamı yaratıyor. Artık birçok Uygur, güvenli bir gelecek umuduyla Avrupa veya Kanada gibi üçüncü ülkelere yöneliyor.
KARAR'ın gündeme sıkça taşıdığı, Göç İdaresi Başkanlığı'nın defalarca yalanladığı ve yaptığımız haberlerden davacı olduğu 'tahdit kodu' uygulamasıyla Çin'e geri gönderilen Uygurların durumu, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporuyla bir kez daha doğrulandı. Geçtiğimiz aylarda manşete taşıdığımız gibi, Türkiye'ye sığınan ve İstanbul'da yaşayan Rızvangül Abdülaziz ile Münevver Zibibullah ve çocukları, tahdit kodu nedeniyle Geri Gönderme Merkezi (GGM)'ne alınmıştı.
Raporda sıkça vurgulanan bir diğer konu ise gönüllü geri dönüş formunun zorla imzalatılması. Bu durum, 2016'da Türkiye'ye sığınan Mahemuti Anayeti için de yaşanmış; Anayeti üç kez gözaltına alınmış ve zorla geri dönüş formu imzalatılmak istenmiş, reddettiği için GGM'ye sevk edilmişti.
Geçtiğimiz mart ayında KARAR'ın manşete taşıdığı İstanbul İdari Mahkemesi kararı, iki Uygur Türkü hakkında "Geri dönmeleri halinde ölüm tehdidi bulunmadığı" gerekçesiyle sınır dışı kararlarını onaylamıştı. Bu karar, Türkiye'ye sığınan Uygurlar için ilk kez, üçüncü bir ülke yerine doğrudan Çin'e iade öngörmesi açısından dikkat çekiyordu. İnsan hakları örgütleri mahkeme kararını protesto ederek, Türkiye'nin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İşkenceyi Önleme Sözleşmesi ve Cenevre Sözleşmesi'ne atıfta bulunmuş ve hayati tehlike riski bulunan ülkelere iade işlemlerinin kesin olarak yasaklandığını hatırlatmıştı.
Öte yandan Ankara'nın Pekin hükümetine ticari olarak yaklaşımı gündeme gelmişti. Geçtiğimiz mayıs ayında, Çin'in kontrolündeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi Halk Hükümeti Başkan Yardımcısı Zhu Lifan, Ankara'ya resmi ziyarette bulundu. Görüşmenin gündeminde ise Doğu Türkistan'da uygulanan soykırım konusu yer almadı.
Görüşmeye ilişkin fotoğrafı sosyal medya hesabından paylaşan Doğu Türkistan İnsan Hakları İzleme Derneği, "Çin bölgede ekonomik ve ticari bir şahlanma yaşandığı propagandasını yaparak soykırımı gizlemeye çalışıyor" ifadelerini kullandı.
Uluslararası insan hakları örgütleri ise Çin'in Sincan'da Uygur Türklerini toplama kamplarında tuttuğunu, ağır çalışma koşullarına maruz bıraktığını ve zorla çalıştırmayı modern kölelik kapsamında sürdürdüğünü raporlarla ortaya koyuyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün araştırmasına göre, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Uygur, Kazak ve diğer Müslüman topluluklar 2012'den itibaren baskı ve asimilasyon politikalarıyla karşı karşıya. 2016 sonrası "şiddet içeren terörle mücadele" gerekçesiyle keyfi tutuklama, işkence, kitlesel gözetim, kültürel ve dini baskı, zorla çalıştırma ve ailelerin ayrılması yaygınlaştı.
Araştırmalar, cinsel şiddet ve üreme haklarının ihlallerini de belgeledi. Çin, Uygurların pasaportlarını alarak hareketlerini sıkı şekilde kontrol ediyor; barışçıl dini faaliyetleri bile terörizmle ilişkilendiriyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu ihlallerin insanlığa karşı suç teşkil ettiğini belirledi. Yaklaşık yarım milyon Uygur hâlâ keyfi hapis cezalarına tabi.
Yurtdışındaki Uygurlar da baskılardan kurtulamıyor. Çin, diasporayı izliyor, bazı Uygurların ailelerini gözaltına alıyor, geri dönmeye zorluyor ve siyasi olarak aktif olanları "terörist" suçlamasıyla hedef alıyor. 2016 sonrası Türkiye, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerde yaşayan Uygurların sorguya çekildiği, gözaltına alındığı ve keyfi biçimde hapse atıldığı raporlandı.
Rapor, Türkiye-Çin ilişkilerine de dikkat çekiyor. Buna göre, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 2024'te Çin'i ziyaret ederek, ülkenin toprak bütünlüğünü ve "Tek Çin" politikasını destekleyen açıklamalarda bulundu. Rapor, hükümete yakın gazetecilerin Çin'in politikalarını öven haberler yayımladığını ve Çin Komünist Partisi ile yakın ilişkiler kurulduğunu da aktarıyor.
Son olarak, AK Parti Gençlik Kolları'ndan oluşan bir ekibin Çin'e giderek Çin Komünist Partisi'nin misafiri olarak ağırlandığını gösteren paylaşım, Doğu Türkistan'da uygulanan soykırıma karşı Türkiye'deki kayıtsızlığı bir kez daha gündeme taşıdı.
Ankara'nın Pekin ile olan yakınlaşması raporda şu şekilde ifade edildi:
2022'den bu yana Türkiye hükümetinin, Uygurların durumuna ilişkin eleştirilerini dile getirme tonu belirgin şekilde zayıfladı. Uzmanlar, bu değişimin Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki Türkiye yatırımları ve Çin Komünist Partisi'nin Birleşik Cephe Çalışma Dairesi üzerinden yürüttüğü etki faaliyetleri ile bağlantılı olabileceğini belirtiyor.
Çin hükümeti, Türkiye'nin Pekin Büyükelçisinin 2023 ve 2024'te Sincan'a düzenlediği ziyaretlerin ardından, devlet medyasında büyükelçinin Sincan'ın "hızlı ekonomik kalkınması" ve "kalkınma hakkı çerçevesinde sunulan ekonomik ve sosyal imkanlar" üzerinden övüldüğünü, insan hakları ihlallerine ise hiç değinilmediğini aktardı. Haziran 2024'te Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Çin ziyaretinde de CCTV, bakanın Ankara'nın Çin'in toprak bütünlüğü ve "Tek Çin" politikasına bağlılığını vurguladığını bildirdi.
Türkiye'de iktidar yanlısı gazeteler, Çin Komünist Partisi'nin başarılarını öven, advertorial niteliği taşıyan haberler yayımlamaya başladı. Aynı dönemde Türkiye devletine ait medya çalışanları, Çin hükümeti destekli basın turlarına katılarak Sincan'daki ihlalleri aklamaya yönelik haberlere katkıda bulundu. Hem iktidar yanlısı hem de muhalif medya ise Sincan'daki insan hakları ihlalleri konusunda otosansür uyguluyor.
Aynı zamanda, Çin hükümetinin Türkiye'deki Uygur topluluklarını ve bazı Türkiye'deki yetkilileri hedef alan casusluk faaliyetlerini sürdürdüğü bildiriliyor. Çin'in Türkiye'deki Uygurları, ailelerine baskı yaparak başkonsolosluk ve elçilikler üzerinden işbirliğine zorladığı ve diğer Uygurlar hakkında bilgi vermelerini talep ettiği de raporlarda yer aldı.
Türkiye'de Çin hükümetine karşı protesto düzenlemek isteyen Uygurlar ise defalarca engellenirken, gösteri düzenleyen bazı kişilerin vatandaşlık başvuruları "milli güvenlik riski" gerekçesiyle reddedildi.
Türkiye'de yaklaşık 50.000 Uygur bulunuyor ve ülke uzun süredir Uygurlara ayrıcalıklı göç politikası uyguluyor. 2021 itibarıyla 17.997 Uygur uzun dönem ikamet iznine sahipken, 6.787 kişi vatandaş olmuş; 2.000 başvuru ise sonuçlanmamıştı. Ancak 2022'den sonra Türkiye hükümetinin Uygurların durumuna dair resmi endişeleri belirgin şekilde azaldı. Çin ile artan ekonomik ilişkiler ve diplomatik temaslar bu değişimde etkili oldu.
Raporda, Türkiye makamlarının güvencesiz göçmen statüsündeki Uygurlara "tahdit kodu" uyguladığı vurgulandı. En sık kullanılan G87 kodu, kişileri kamu güvenliği açısından riskli olarak sınıflandırıyor. Kod, ikamet izni iptali, idari gözetim ve sınır dışı riskine yol açıyor. Uygurlar çoğu zaman neden G87 kodu aldıklarını bilmiyor; telefon görüşmeleri, komşu şikayetleri veya basit idari hatalar bile kod atanmasına neden olabiliyor.
Örneğin İdris Hasan, Çin tarafından "terörist" suçlamasıyla hedef alınmış, Türkiye'de G87 kodu nedeniyle defalarca gözaltına alınmış ve idari gözetim altında tutulmuş; Interpol Kırmızı Bülteni sonrası Fas'ta tutuklanmış, ancak uluslararası tepkiler üzerine bülten iptal edilmiş ve sonrasında ABD ve Kanada'ya geçebilmişti.
Raporda, Türkiye'deki geri gönderme merkezlerinin koşulları detaylı biçimde ele alındı. Gözaltındaki Uygurların maruz kaldığı ihlaller arasında fiziksel şiddet, yaralanmalar, yetersiz ve uzun süre sağlanmayan yemek, kalabalık ve hijyenik olmayan koşullar ile sık nakiller yer alıyor.
Bazı Uygurlar "gönüllü geri dönüş" formlarını zorla imzalıyor; çıplak arama ve kötü muameleye maruz kalıyor. Avukatlar ve İnsan Hakları İzleme Örgütü raporlarına göre bu uygulamalar hukuka aykırı ve ciddi risk oluşturuyor. Mahkemeler ise çoğu zaman G87 kodu ve sınır dışı kararlarını somut gerekçe göstermeden, idari takdir yetkisine dayanarak onaylıyor.
Rapora göre Çin'in sınır ötesi baskıları, Türkiye'deki hukuki belirsizlikler ve göçmen karşıtı politikalar birleşince, Uygurlar güvenlik arayışıyla Türkiye'den ayrılıyor. Görüşülen 13 Uygurdan 4'ü Avrupa'ya göç etmiş; 6'sı Kanada'nın M-62 programına başvurmuş durumda.
Göçmenlik statüsü olmayanlar, yeni ülkelerde çoğu zaman saklanmak, yasadışı yollarla yaşamak ve temel hizmetlerden yoksun kalmak zorunda. Çalışma, banka hesabı açma ve sağlık hizmetlerine erişim ciddi şekilde sınırlı. Çin'in baskısı ve tehdidi hâlen devam ediyor; aile üyeleri üzerindeki tehditler ve gözetim endişesi Uygurların güvenli bir yaşam kurmasını engelliyor.
Raporda, Türkiye'deki Uygurların Çin'e veya zincirleme geri gönderme riski bulunan üçüncü ülkelere sınır dışı edilmemesi gerektiği vurgulandı. Göç İdaresi Başkanlığı'na, daha önce alınmış tüm sınır dışı ve diğer çıkarma kararlarının iptal edilmesi çağrısı yapıldı.
İkamet izni başvurularının somut delillerle gerekçelendirilmesi ve başvuru sahiplerinin zamanında bilgilendirilmesi gerektiği vurgulandı. Tahdit kodları ve sınır dışı işlemlerine dair istatistiklerin şeffaf biçimde düzenli olarak yayımlanması istendi.
Özellikle Çin'den gelen iade taleplerinin titizlikle incelenmesi ve Uygurların barışçıl faaliyetlerini suçla özdeşleştirme çabalarına ortak olunmaması gerektiği kaydedildi.
Gözetim altındaki göçmenlerin haklarına eksiksiz saygı gösterilmesi, geri gönderme merkezlerinde hijyen, tıbbi bakım ve onurlu muamele sağlanması talep edildi. "Gönüllü geri dönüş" formlarının zorla imzalatılmasının durdurulması, kötü muamele iddialarının bağımsız biçimde soruşturulması ve BMMYK ile bağımsız gözlemcilerin erişiminin güvence altına alınması da çağrılar arasında yer aldı.
TBMM'ye, uluslararası standartlara uygun ve özgür, bilgilendirilmiş rızayı güvence altına alan "gönüllü geri dönüş" yasalarının hazırlanması tavsiye edildi. Ayrıca tahdit kodları ve giriş yasağı uygulamalarının ikamet ve koruma haklarını otomatik olarak etkilemesinin önlenmesi ve karar süreçlerinin adil, şeffaf ve somut delillere dayalı olmasının sağlanması istendi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Çin'in Sincan'da ve yurtdışında Uygurlara yönelik insanlığa karşı suçlarını durdurmasını talep etti. İlgili kamu görevlilerinin etkin biçimde soruşturulması, yurtdışındaki Uygurların baskı altında tutulmasının sona erdirilmesi ve Interpol kırmızı bültenlerinin muhalifleri hedef almak için kullanılmaması gerektiği vurgulandı.
Türkiye'deki Uygurların yeniden yerleştirilmesi için kontenjanların artırılması, aile birleşimi, eğitim ve istihdam amaçlı güvenli ve yasal yolların sağlanması çağrısı yapıldı. Ayrıca Türkiye'nin, ikamet izni olan Uygurlar açısından "güvenli ülke" olarak değerlendirilmemesi istendi. BMMYK'ya ise geri gönderme merkezlerine tam ve engelsiz erişim sağlanması, engellerin düzenli olarak raporlanması ve Türkiye'deki şartlı mülteciler için yeniden yerleştirme ve koruma yollarının artırılması önerildi.