Türkiye’de yüksek enflasyon, yalnızca gelir dağılımını değil, bireylerin biriktirdiği servetler arasındaki farkı da derinleştiriyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, Türkiye’deki toplam mevduatın yüzde 78’i yalnızca 2,1 milyon hesaba ait. Bu, toplam hesapların yalnızca yaklaşık yüzde 1’ine karşılık geliyor.
Aynı dönemde 10 bin TL'nin altında para bulunan tam 162 milyon 973 bin 185 banka hesabı bulunuyor. Bu hesaplar, toplam mevduattan yalnızca yüzde 0,7 oranında pay alabiliyor. Düşük servet grubunun toplam içindeki payı son beş yılda dramatik biçimde düşerken, yüksek servet grubunun payı dikkat çekici biçimde arttı.
BDDK verilerine göre, söz konusu 2,1 milyon hesapta toplam 15,3 trilyon TL mevduat bulunuyor. Mevcut sistemde çok sayıda bireyin birden fazla hesabı olduğu dikkate alındığında, bu mevduatların çok daha küçük bir gruba ait olduğu tahmin ediliyor.
2020 yılında milyonerlere ait mevduatın toplam içindeki payı yüzde 55,37 seviyesindeydi. 10 bin TL altı mevduat sahiplerinin payı ise yüzde 2,69 idi. Son beş yılda düşük gelir grubunun payı dramatik şekilde azalırken, en zengin yüzde 1’lik kesimin bankalardaki ağırlığı hızla büyüdü.
Ekonomist İris Cibre, sosyal medya hesabından yaptığı değerlendirmede, bu verilerin tüketim talebi ve enflasyon üzerindeki etkisine dikkat çekti. Cibre, şu ifadelere yer verdi:
“Toplam mevduatın yüzde 78’i 2,1 milyon kişide. Bu kişiler her ay 400 milyar TL faiz geliri elde ediyor, kişi başına ortalama 291 bin 500 TL. Serbest fonlarda ise 655 milyar TL var ve sadece 162 bin yatırımcı bu fona sahip. Onlar da ayda ortalama 162 bin TL gelir elde ediyor. Bu kişiler doğal olarak harcıyor, talep artınca da fiyatlar yükseliyor.”
Cibre'nin bu değerlendirmesi, enflasyonun sadece ücretlerden değil, üst gelir grubunun yüksek faiz ve yatırım kazançlarından kaynaklı talep etkisiyle de beslendiği yönündeki ekonomik yaklaşımları destekliyor.
Uzmanlara göre gelir dağılımındaki eşitsizlik, zaman içinde eğitim, istihdam ve vergi politikalarıyla iyileştirilebilirken; servet dağılımındaki bozulma çok daha derin ve uzun süreli sonuçlar doğuruyor. Gelirle servet arasındaki bu uçurum, ekonomik ve sosyal adaletsizlik duygusunu artırıyor.
Ekonomistler, bu tabloya karşı vergi adaletinin sağlanması, yüksek faiz gelirlerinin daha fazla vergilendirilmesi ve kamusal desteklerin alt gelir gruplarına yönlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.