MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Grup Toplantısı'nda gündeme dair açıklamalarda bulundu. Siyasetin gündeminden düşmeyen 50+1'e ilişkin ''Bu konuyu tartışmaya açmak yönetim sistemine karşı güvensizliği körükleyecektir'' diyen Bahçeli, ''Bundan geri adım atma anlamına gelen yüzde 40+1 başkalarının değirmenine su taşımaktır. Bunu uluorta konuşanlar da iyi niyetli sayılamayacaktır'' diyerek muhalefete tepki gösterdi.
Bahçeli'nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
'Siyaset anı ve günü kurtarma telaşına bugüne kadar hiç kapılmadık. MHP, içinde milletin olmadığı, insanımızı refahının gözetilmediği hiçbir hedefi asla kabul etmeyecektir. “Adım adım 2023” , “İl il Anadolu” temasıyla sürdürdüğümüz çalışmalarımızın esası ve özü bu düşüncelerimizde mahfuzdur. 30 Ekim’den bugüne kadar 55 ilimizi ziyaret ettik, gittiğimiz her yerde coşkuyla karşılandık.
Bizimle kim uğraşıyorsa hâlâ sorumluluğumuz devam ediyor, millet düşmanlarına korku salıyoruz demektir. Onun için dedikodular bizleri yıldıramaz. Bu kutlu davanın gücüne asla ve asla sekte vuramaz. Olsa olsa bizlere doğru yolda olduğumuza dair fikir verir. Hem kendimizi hem de hasmımızı bilirsek başarı, zafer, gelecek bizimdir. Türk milletinin, MHP’nin ve Cumhur İttifakı’nın karşısında virüs gibi yayılan hasımlarımızı bilmek mecburiyetindeyiz. Bizim tarafımız millettir, mazlumlardır, demokrasidir.
MHP’yi her zaman doğru anlayan, Cumhur İttifakı’nı doğru anlatan, bununla kalmayıp her zaman sahip çıkan Türkiye sevdalıları hep var olacaktır.
Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü. Öğretmenlerin sorunlarını samimiyetle ele almak, empatiyle onları anlamak, beklentilerini sırasıyla karşılamak, sosyal, ekonomik ve mesleki taleplerini yerine getirmek durumundayız. Elbette öğretmenlerimizi bir güne sıkıştırmak hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşmayacaktır. Öğretmeni de Türkiye’nin gelişme ve büyüme mücadelesinden ayrı görmek söz konusu değildir.
Sorunsuz öğretmen sorunsuz eğitim ve öğretim demektir. Sınıfında öğrencileriyle baş başa kaldıklarında nasıl geçineceğini, borç yükünün altından nasıl kalkacağını düşünen, kaygılarıyla, korkuları arasına sıkışan bir öğretmenin verimli olması, kendisininden beklenen faydayı gösterebilmesi mümkün değildir. Öğretmenlerimiz huzurluysa evlatlarımız da huzurlu olacaktır. Hiçbir hakkı öğretmenlerimizden çok göremeyiz. Atanamayan öğretmen sorununa neşter vurulmalı, bu konu artık kapanmalıdır.
Türk siyasetini zehirli sarmaşık misali saran bir çürüme, ilkesizlik, ahlak erezyonu vardır. Kuşkusuz bunun failleri zillet ortak paydasında buluşan siyasi partilerdir.
Türkiye’ye karşı nerede bir cephe açılmışsa CHP’den İP’ine HDP’sinden diğer marjinal partilerine kadar içindedir. Bu utanç verici tablo ülkemizin en derin yarasıdır. Hırslarına, egolarına yenilmiş zillet partilerinin Türkiye’nin yönetim sistemiyle, milli birliğiyle iflah olmaz meseleleri vardır. Kılıçdaroğlu geçen hafta bir Yunan gazetesine demeç vermiş, çuvallamış.
Türkiye düşmanlarıyla kucaklaşmak maksadıyla 'helalleşme' sayfası açan Kılıçdaroğlu'nun dilinin altındaki bakla nedir? CHP budur. PKK’yla HDP’nin kanlı madalyonun iki yüzü olduğunu cümle alem gördü de bir tek siz mi fark edemediniz? Bu nasıl boş kafadır.
Demirtaş’ın neden tutuklu olduğunu ben söyleyeyim. Çünkü teröristin yeri sokaklar, siyaset koridorları değil demir parmaklıkların arkasıdır. Bu ülkede kuyumuzu kazmaya çalışan Soroşçulara müsamahası yoktur. CHP yönetiminin teröristler ve Sorosçularla bu denli iç içe geçmesi öncelikle kendi partilerine hakarettir.
Kılıçdaroğlu’nun “İktidarımızda başörtülü bakan olacak” ifadesi de sömürüdür, istismardır. İktidara gelmesi hayal olan bu zihniyetin Türkiye’de başörtüsü meselesinin çözüldüğünden haberi yoktur. Başörtülü bakanı konuşmaktan önce ikna odalarında eziyet ettiğiniz genç kızlarımızın hesabını verin de görelim. Bu üslup zararlıdır zillettir.
50+1 AÇIKLAMASI
'İP'in başkanı Türkiye'nin farklı mahallelere bölündüğünü söylüyor. Bu dil zillettir, zararlıdır. Türkiye birdir, bütündür. Bölünen mahalleler değil, zilletin ta kendisidir. İP Başkanı yüzde 50+1 şahsıma sorulmasını istemiş. Gazete ve televizyonlarda bu tartışma devam etmektedir. Cumhurbaşkanının iki türlü seçimden doğrudan halk tarafından ve yüzde 50+1 oyla seçilme kuralı anayasa değişikliği ile kabul edilmiştir. Bu unsur getirildiğinde anayasada parlamenter sistem öngörülmekteydi.
Dünyada cumhurbaşkanı veya devlet başkanını seçen 99 ülkede geçerli oyların yüzde 50+1'ini alması anayasal norm olarak kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanının halk tarafından seçilmesinde ikinci unsur yüzde 40+1 denilen sistemdir. Bu sistem Bolivya, Kosta Rika, Arjantin'de geçerlidir. Cumhurbaşkanını halkın seçtiği tüm ülkelerde oyların salt çoğunluğu ile seçilmesi temel kaidedir.
Bu konuyu tartışmaya açmak yönetim sistemine karşı güvensizliği körükleyecektir. Bu masum bir talep değildir. Bize göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi lehine söylenebilecek argüman yüzde 50+1 için partiler arası uzlaşmayı artırmasıdır. Bundan geri adım atma anlamına gelen yüzde 40+1 başkalarının değirmenine su taşımaktır. Bunu uluorta konuşanlar da iyi niyetli sayılamayacaktır.''
FAİZ AÇIKLAMASI
''Enflasyon, mal piyasasında talep ve arz koşullarının belirlediği, toplumun yaşam maliyetini gösteren makroekonomik bir büyüklüktür. Şu anda küresel enflasyon hızlı tırmanış halindedir.
Bu canavar temelde iki kaynaktan beslenmektedir, bunlar: Mal ve hizmet arzının toplam talep artışına cevap verememesi durumunda ortaya çıkan talep-yönlü enflasyon; diğeri de üretim maliyetlerinin artmasının beraberinde getirdiği arz-yönlü enflasyondur.
Enflasyon ile mücadele politikalarının geliştirilmesi ve bunların başarıya ulaşması, enflasyonun kaynağının doğru tespit edilmesi ile yakından ilişkilidir.
Fiyat istikrarının sağlanmasına ilişkin hâkim görüş, para politikasını öne çıkarmakta ve merkez bankalarını fiyat istikrarından sorumlu kurum olarak tanımlamaktadır.
1990’lı yılların başından itibaren fiyat istikrarı politikalarında izlenen strateji enflasyon hedeflemesidir.
Bu çerçevede enflasyon ile mücadele için çözüm önerisi oldukça açıktır: Kısa vadeli faiz oranını, enflasyon oranındaki artış ve azalış kadar artırmak ve azaltmak, böylece reel faiz oranını sabit tutmaktır.
Enflasyon hedeflemesi, enflasyon ile mücadeleye özünde, talep yönünden yaklaşmakta ve faiz oranlarındaki yükselişlerin toplam talebi azaltacağı, böylece fiyat artış hızının yavaşlayacağını öngörmektedir.
Ne var ki, enflasyon mal piyasasında oluştuğu için yüksek enflasyonu aslında, mal piyasası aksaklıklarının ortaya çıkardığı bir sorun olarak tanımlamak en doğrusudur. Mal piyasasında gözlemlenen aksaklıklar da bir ülkenin üretim yapısının sonucudur.
Türkiye gibi birçok yükselen piyasa ekonomisinin üretim yapısının temelinde yatan ana sorun; üretimde kullanılan hammadde ve girdiyle birlikte makine, teçhizat ve enerjide ithal bağımlılıktır. Buna, mal ve hizmet sektörlerinin dış ticaret açığı da eklenince, döviz kuru değişimlerine duyarlı bir üretim yapısı karşımıza çıkmaktadır. Maruz kaldığımız sorun da buradadır. Esnek kur sisteminde döviz kurunun değeri piyasa şartlarında belirlenmektedir.
Teorik olarak, uluslararası piyasalara kıyasla yüksek yurtiçi enflasyonun uzun vadede milli paranın değer kaybına; yüksek yurtiçi faizin kısa vadede milli paranın değer kazancına yol açması doğal olarak beklenmektedir. Uzun vadede enflasyon ve kısa vadede faiz kanalından etkilenen döviz kurunun ne yönde hareket ettiği sorusunun sağlıklı bir analizi mühim bir ihtiyaçtır.
Türkiye’nin mal, para ve döviz kuru piyasalarındaki tecrübesi bize göstermiştir ki, döviz kurunun belirlenmesinde enflasyonun kuru yükseltici etkisi faizin kuru düşürücü etkisinden çok daha baskındır.
Bundan dolayı yüksek enflasyon-faiz-kur açmazı devamlı karşımıza çıkmaktadır.
Önemle belirtmek isterim ki, Türkiye’nin üretim ve dış ticaret yapısı, enflasyon ile mücadeleye yalnızca talep cephesinden değil, aynı zamanda arz zaviyesinden de yaklaşmayı gerektirmektedir. Enflasyonun kaynağında talep yönlü pozitif şoklara arz yönlü negatif şokların eşlik ettiği bir durumda yüksek faiz politikası uygulamak, Avrupa Merkez Bankası Başkanı’nın deyimiyle “daha sıkı para politikası, sadece ekonomi üzerindeki daraltıcı etkiyi şiddetlendirirken”; bize göre de “yangına körükle gitmeye” benzemektedir.
Zira yüksek faiz, finansman maliyetlerini artırdığı için ekonomideki toparlanmayı arz yönünde engellemekle kalmamakta; yatırım kararlarının ertelenmesine yol açarak üretim kapasitesini de kısıtlamaktadır. Bu da işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı demektir.
Türkiye bir karar vermek ve bunu uygulamak için de bir irade ortaya koymak durumuyla karşı karşıyadır.
Ya enflasyon artışına faizleri yükselterek tepki vermeye devam etmek suretiyle enflasyon-faiz-kur sarmalı içerisindeki döngüyü kabulleneceğiz; ya da tüm ekonomik birimlerin faaliyet ve beklentilerini bozan yüksek faiz politikasından kademeli bir şekilde vazgeçerek, enflasyonla mücadeleyi yeniden tanımlamak ve üretim kanalını esas alan bir politika anlayışına geçeceğiz. Bize göre başka bir alternatif kalmamıştır.
Her iki politikanın da beraberinde getirdiği risk ve maliyetler olduğu malumlarınızdır. Birincinin maliyeti zaten ödenmiş, maalesef ödenmeye de devam etmektedir. İkincisi ise yapısal adımların atılmasını şart koşmaktadır.
İkinci seçenek olan yüksek faiz politikasından kademeli bir şekilde vazgeçmek, her şeyden önce üretim ve dış ticarette ithal bağımlılığını yapısal bir sorun olarak gündeme almayı ve bununla kıran kırana mücadeleyi işaret etmektedir.
İlk etapta hammadde-girdi, makine-teçhizat bağımlılığını azaltıcı yapısal adımların atılması kur yönünden gelen enflasyonist baskının kırılmasının temel taşı olacaktır.
Enflasyon ile mücadele arz yönlü yaklaşımın da içerisinde bulunduğu bir politika ile başarılacak ve Türkiye bir bedel ödeyecekse, bunu üretim yapısını değiştirmek ve geliştirmek için göze alacaktır.
Ekonomik güvenliğimiz için başkaca bir yol kalmamıştır.
Ancak, yalnızca enflasyon ile mücadele değil, ekonominin tümü için çözülmesi gereken öncelikli konu, politika uygulamasındaki belirsizliğin ortadan kaldırılmasıdır.
Para politikası ve merkez bankasını baz alan, kamu maliyesinin rolünün ikinci planda tutulduğu ve enflasyon ile mücadeleyi yalnızca faize bağlayan politikanın çözüm üretmede yetersiz kaldığı deneyimlerimizle sabittir.
Kararlı ve istikrarlı para politikası uygulanması kadar, kaynakların etkin kullanımı önündeki engelleri tespit eden ve bunları çözecek olan bir kamu maliyesi yaklaşımına da ülke olarak ihtiyaç duyduğumuz göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Türkiye, faiz kamburundan kurtulmalıdır.
Faiz, uzun vadede üretim sistemine büyük hasarlar vermektedir. Ülkemiz şu anda dünyada faiz oranın yüksekliği açısından ilk on ülkeden biri, Avrupa’nın da zirvesindedir. Faiz geleceğimizden çalmaktadır.
Bize göre hükümetin izlediği ekonomi politikası doğrudur, bunun üzerinden polemik yaratmak, bittik, tükendik, yandık, mahvolduk demek felaket tellallığıdır, kötü niyetliliktir.
Türkiye ekonomisi için 1980-2020 dönemi verileriyle ulaşılan sonuca göre faiz oranı ve enflasyon arasında uzun dönemli bir ilişki bulunmuştur.
Akıntıya karşı kürek çekmek, Neo-Liberal iktisat akımının alışkanlıklarıyla milletimize karamsarlık servis etmek vatan sevgisiyle bağdaşmayan bir sorumsuzluktur.
Geldiğimiz bu aşamada, yeni yönetim sistemi kapsamında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunu mutlak surette tartışmaya açmak hem demokrasinin hem de milli iradenin gereğidir.
İMF ve faiz lobisinin oyunlarıyla daha fazla mesafe alamayacağımız ortadadır. Davul hükümetin boynundayken, tokmağın başkalarının elinde olması kabul edilemez bir çarpıklıktır. Özerk ve bağımsız kurumlar milli iradenin üzerinde olamaz, olmamalıdır.
Hesabı veren siyasettir, kararı veren de siyaset olmalıdır. Geçtiğimiz Cuma günü, Resmi Gazete üzerinde spekülasyon yapıp güvensizliği kamçılayanların, insanlarımızı gece nöbetine sokanların geçmişte kimin lehine faaliyet gösterdikleri şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
CHP, İP ve diğerlerinin yalnızca eleştirerek, ekonomi etrafında korkular üreterek siyaset yapmaları acziyetlerinin ve çaresizliklerinin göstergesidir. Nasıl bir ekonomi politikası takip edecekleri belli değildir.
Nasıl bir kamu maliyesi tasavvuru içinde oldukları net değildir.''
ERKEN SEÇİM AÇIKLAMASI
''Ekonomiden anlamayan cahillerin tek söylediği erken seçimdir. Aslında bunlar hazırlıklı değildir, derslerine çalışmayan haylaz öğrencilerle bir ve aynıdır. Tekraren söylüyorum, erken seçim falan yoktur, seçim 2023 yılının Haziran ayında yapılacaktır. İlle de seçim, hemen seçim, seçim de seçim diyenler bozgun siyasetinin taraftarlarıdır.
İstikrara en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde seçim demek kime hizmettir? Kimin sesine ses olmaktır? Nasıl bir siyaset anlayışıdır? İnsanlarımızın ekonomik sıkıntılarını biliyoruz, artan döviz kurlarından yakınmaların farkındayız, ancak takip edilen politikalar doğrudur, yakında her şey düzelecektir.
Terörle mücadelemizin rövanşını kur üzerinden almak istiyorlar. Dik duruşumuzu, egemenlik haklarımızı kahramanca savunmamızı dövizle baskılamaya çalışıyorlar. Suriye’deki, Irak’taki, Libya’daki, Mavi Vatan’daki, Karabağ’daki, Afrika’daki mevcudiyetimizi dövizle püskürtmenin arayışındalar. Bu kez başaramayacaklar, yayından çıkan ok Allah’ın izniyle hedefine ulaşacak, Türkiye’yi hiç kimse tutamayacaktır.
Döviz operasyonları boşunadır, faiz kulisi yapanların çabası beyhudedir, Türkiye’yi teslim alamayacaklar, Türk milletini yolundan çeviremeyecekler. Vatandaşlarımızdan ricam biraz sabretmeleri, biraz metanet göstermeleridir, bugünler geçecek, milli ve yerli bir ekonomik dirilişle mutlaka rahatlığa kavuşacaklardır.''