Ahmet Taşgetiren


Bir de böyle bak

Fabrikasını işletmekte zorlanıp milyonluk ekipmanlarını hurda fiyatına satmak zorunda kalan, aldığı kredilerin altında ezilen, öte yanda alacaklılarını da kendisi ile birlikte iflâsa doğru çeken iş adamı gibi…


Her gün çocuğunun beslenme çantasına bir şey koymakta zorlanan anne gibi…

Cebinde harçlık olmadığı için okul kantininden bir şey almakta zorlanan, arkadaşlarına imrenerek bakan çocuk gibi…

İşini kaybettikten sonra eve dönen baba gibi… Yüzbinlerce baba gibi – anne gibi…

Her sabah işsiz uyanıp da gidecek yeri olmayanlar, gittikleri her yerde sancılananlar gibi…

Sofrasında her gün bir şey azalan, çocuklarının “her gün bunu mu yiyeceğiz?” diye isyanına tanık olan ebeveyn gibi…

Maaşını yetiremeyen ve ilerlemiş yaşına rağmen ikinci iş bulmak için kıvranan, çaldığı her kapıdan gerisin geri dönen emekli gibi…

Aldığı maaşın yarısını ev kirasına ödeyen, artık ev sahibi olmaktan, aracını yenilemekten ümidini kesmiş öğretmen gibi, öğretim üyesi gibi…

Kiralık evden çıksa yeni ev bulamayacağından emin olan ve ev sahibi ile zam pazarlığı yapmayı ar bilen kiracı gibi…

Günlerce siftah yapamadığı için her gün bir işçisine yol vermek zorunda kalan, dükkân kirası artık taşınamaz hale gelen, elektrik masrafını azaltmak için ışıkları söndüren ve ne zaman kepenk kapatacağı kaygısını yaşayan esnaf gibi…

Fabrikasını işletmekte zorlanıp milyonluk ekipmanlarını hurda fiyatına satmak zorunda kalan, aldığı kredilerin altında ezilen, öte yanda alacaklılarını da kendisi ile birlikte iflâsa doğru çeken iş adamı gibi…

Üniversiteyi bitirip asgari ücretle kasiyerlik yapmak zorunda kalan, İşkur kapısına gidip gelmekten yorulan genç gibi…

İş için çaldığı kapılardan geri dönen “Ev genci”nin anne- babasından harçlık isterken yaşadığı ruh burkuntularına tanıklık eden anne gibi, baba gibi…

Traktörünü elden çıkaran, soğanını tarlada bırakan, depoda çimlenen patatesine bakıp ağlayan, ineğini mezbahaya götüren, domatesini yollara döken, çiftçi gibi, besici gibi….

Kızgın güneşin altında sırtında bebesi ile pamuk toplayıp, gece yağmur çamur içinde çadırda barınıp, eve ekmek götürmeye çalışan anneler gibi…

Şu saydıklarım kaç milyondur bu ülkede?

5 milyon, on milyon, çık çık, 20 milyon, 30 milyon… çık çık…

86 milyonuz ya…

Bunun yüzde 10’u, yani 8.5 milyonu bir eli yağda bir eli balda yaşıyormuş….

Hadi ona yüzde 10 daha ilâve et… Hadi yüzde 10 daha… Diyelim 25 milyonun sorunu yok. Geriye daha 60 milyon insan kalıyor.

Yani şu orta direk denilen alandakiler dahil, beyaz yakalılar dediklerimiz dahil, öğretim üyelerini saydım yukarıda, öğretmenleri saydım, siz ona polisleri, askerleri ilave edin….

Artık yaşadıklarından ileri bir ufku görmekte zorlanıyor insanlar…

Ev alma ufku karardı, araba yenileme ufku karardı insanların…

Bir evde dört kişi asgari ücretle çalışıyorsa aldıkları maaş hâlâ “yoksulluk sınırı”nın altında… İstanbul’da 4 kişilik ailenin yaşam maliyeti 102 bin lira olarak hesaplanmış… Kaç aileye giriyor 100 bin liranın üstünde bir gelir?

Asgari ücret ise açlık sınırının altında…

Cumhurbaşkanı’nın seslendirdiği kişi başına 17 bin doları yüzde kaçı görüyor bu ülkenin?

Arjantin bizi geçti, şimdi Venezülla’dan halliceymişiz… O da bir teselli.

Ama ülkeyi yönetenler, çocuğunun beslenme çantasına bir şey koymakta zorlanan anne gibi bakmayı denemeli bir kere… İşsiz gibi kıvranmalı bir kere… İlerlemiş yaşına rağmen iş arayan emekli gibi sancılanmalı… Kazancıyla İstanbul’da yaşayamayacağını anlayan kamu görevlisi gibi bakmalı bir kere de… Ev gencinin ruh burkuntusunu hissetmeli. Delikanlı evladına harçlık vermekte zorlanan, her gün onun yüzündeki hüznü seyrederken içi daralan anne – babanın acısını anlamalı…

Biraz daha sabır” demek kolay. Kahredici olan o cümlenin “ezberlenmiş – hatta prompter’a yazılmış” ve içinde en küçük bir empati – paylaşma duygusu taşımıyor olması… O duygu okunmuyor gözlerde, sözlerde…

Bana “Her gün Erdoğan’a bir şey söylüyorsun” diyen şikayetçi okuyucum… Kime diyeyim söyler misin? O övünüyor “Dünyanın en büyük 17’inci ekonomisi olduk” diye… Ben de diyorum ki, açlık sınırı altında milyonların yaşadığı ekonomi, hangi sırada olursa olsun övünülecek bir ekonomi değildir.

Halife Ömer, çocuklarını avutmak için kazanda aş yerine taş kaynatan nineye, sırtında un taşımıştı… “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu - Gelir de adl-i ilahi Ömer’den sorar onu….” Bu iş böyle. Aç kalan da, açıkta kalan da, memleketi kim yönetiyorsa ondan sorulur. Bu çok basit bir gerçek…

https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/bir-de-boyle-bak-1605580