‘Terörsüz Türkiye’ sürecinde sorun yaşandığı gözlerden saklanacak gibi değil. Türkiye açısından için hayati önem taşıdığına inanılan Suriye’deki ABD destekli SDG varlığını sivilleştirme girişiminden sonuç alınamadı.
SDG, Suriye ordusu içerisine katılarak askeri varlığını ortadan kaldırmaya yanaşmaz görünüyor.
Görünen gerçek şu: SDG bir yandan Türkiye’de iktidarın İmralı ve DEM Parti ile yürüttüğü süreci olumlu karşıladığını duyururken, bir yandan da İŞİD ile mücadelesinde yanında yer aldığı ABD’nin desteğiyle Suriye’nin gevşek merkezli bir federal -veya konfederal- bir yapıya dönüştürülmesini sağlamaya çalışıyor…
Ankara, SDG’nin arkasında ABD’nin bulunduğunu fazla önemsemez görünüyor; buna karşılık, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ‘ültimatom’ kokan ifadeleriyle, “ SDG’nin belli faaliyetlerini İsrail ile koordinasyon içinde yürütüyor” olmasını öne çıkartıyor…
Fidan, bu sözleri, Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın ile Suriye’yi ziyaretleri sırasında, ülkenin dışişleri bakanı ile birlikte yaptıkları basın toplantısında sarf etti.
‘Terörsüz Türkiye’ sürecinde yaşanan sıkıntılar aşılamazsa, özellikle Suriye’deki varlığını aynen sürdürmede SDG ısrar ederse ne olacak?
Soru bu.
Bu soruya cevap aramak için, iktidarın siyasi çizgisinde yayın yaptığına inanılan gazetelerde köşelere, televizyonlarda ekranlara yansıyan yorumlara bakıldığında, Ankara’nın Suriye’de merkezi otorite dışında bir siyasi ve askeri varlığa izin verilen bir yapıya -federasyon veya konfederasyona- dönüşmesini asla kabul etmeyeceği anlaşılıyor…
Gerekirse askeri güç bile kullanılabilecek görüntüsü var.
Süreç üzerinde düşünürken anlamakta zorlandığım temel bir konu var.
Önce, çeyrek asırdır aynı iktidarla yönetildiğimiz için olacak, neredeyse unutulmaya yüz tutmuş olan bir genel kuralı hatırlatayım:
“Devlette devamlılık esastır” kuralını…
Zaten bunu sağlamak için de, vaktiyle işin içine korkuların da sızdırıldığı birer ‘strateji belgesi’ bulunur devletlerin; her yeni gelen iktidar temel stratejik konulardaki sınırları o belgeye bakıp öğrenir.
[Bizde o belgenin halk diline çevrilmiş adı ‘kırmızı kitap’tır; hatırladınız mı?]
ABD de, Ortadoğu’yu stratejik açıdan artık ‘birincil öncelikli konu’ olarak görmeyen, sorunların yerelde bölgesel güçlerce ele alınıp çözülmesini öngören ‘National Security Strategy’ belgesini şu yakınlarda çıkardı.
‘Bölgesel güçler’ ifadesiyle kast edilen ülkeler arasında hemen akla gelenler İsrail ve Körfez ülkeleri; belgede Türkiye’ye bir hareket alanı bırakıldığını düşündürecek ifadeler bulunmuyor.
İktidarın küçük ortağı bilinen MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli, bir yıl kadar önce, -22 Ekim 2024’te-, partisinin grup toplantısındaki konuşmasıyla, sonradan ‘Terörsüz Türkiye’ adı verilecek süreci başlatırken, nihai sınırları hesabına katmıştır diye düşünmemiz gerekiyor.
O gün katılmadıysa bile, sürecin ete kemiğe büründüğü sonraki günler ve aylarda, iktidarın siyasi ve bürokratik unsurları, varılacak sonucu getirecek bir arayışa sorunun taraflarıyla girişmiş olmalıdır.
Dünyanın dört bir tarafındaki, silahlı bir terör örgütü ile karşı karşıya bulunan ve sorunu barışçı yöntemle çözme yoluna girmiş ülkelerde, sonuç almada izlenen yöntem buydu.
Taha Akyol, dünkü “Süreç Tıkanıyor mu?” başlıklı yazısında, “IRA’nın silah bırakmasının sağlanmasında iktidardaki Tony Blair ile ana muhalefet lideri John Major arasındaki güven ilişkilerini” hatırlattı.
İktidar, bizde, tek tek partiler yerine TBMM’de temsil edilen partilerin desteğini amaçlayan bir yol izlemeyi tercih etti.
İzlenen yol da sonuç getirebilirdi, ama getirebildi mi?
Bu soruya şu sırada olumlu bir cevap vermek güç. Belli ki, süreç pek çok parti için ‘sürpriz’ olmuş; zaman içerisinde de süreci planlayanların çizgisine ikna olamamış partiler…
Partilerin tek bir metine dönüştürülmesi için kendilerinden beklenen raporları açıklandı; farklı metinlerden ortak bir metin çıkarmak esasen zordur, ancak aynı görevi yerine getirebilmek bu defa imkansız görünüyor…
İktidarın DEM Parti’nin raporu, DEM Parti’nin de diğer partilerin raporları hakkındaki açıklamaları bile yaşanan derin hayal kırıklığını yansıtıyor.
Oysa, DEM Parti, iktidarın çözüme taraf olarak belirlediği iki adresten biri. [Diğeri İmralı, yani Abdullah Öcalan.]
Taraflar -AK Parti ve MHP ile DEM Parti- arasında çözüme yaklaşım formülleri açısından mesafe kolay kapatılacak gibi durmuyor.
Halbuki, daha sürece başlamadan önce veya süreç devam ederken, sonradan kamuoyuyla paylaşılmak üzere, çözümün tarafları arasında bir anlayış birliği sağlanmalıydı.
Yazımın bir yerinde sorduğum “Ne olacak şimdi?” sorum hala geçerli.
https://www.karar.com/yazarlar/fehmi-koru/bu-iste-bir-yanlislik-var-ama-ne-1606307

