Gelecek Partisi lideri ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile uzunca bir telefon konuşması yaptım.
Ben aradım, sürece ilişkin değerlendirmelerini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumartesi günü yaptığı konuşmayı nasıl gördüğünü öğrenmek istedim.
Süreci olumlu karşıladığını daha önce seslendirmiş, hatta Devlet Bahçeli’yi kutlamıştı. 2013’te akamete uğrayan barış sürecinden bu defa umutluydu ve Bahçeli’nin pozisyonunu çok önemli buluyordu. Silâhın gideceği yer kalmamıştı, bölgesel konjonktür de Türkiye için elverişliydi.
Uzun tlf. sohbetinde pek çok şey konuştuk, bunları Karar tv’de kamuoyu ile paylaşmak üzere sözleştik, ama burada bazı notları kısaca paylaşmak istiyorum.
-Davutoğlu, bir kere sürece “siyaseten sahiplenme” noktasında bir belirsizlik görüyordu ve bunun giderilmesi gerektiğine inanıyordu. Sanki sürece en çok sahiplenenin Devlet Bahçeli olduğu gibi bir izlenim vardı, oysa sürecin asıl sahibinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olması gerektiğini düşünüyordu. Bunu görüşebildiği Ak Partili yetkililere de söylemişti.
-Davutoğlu’na Cumhurbaşkanı’nın sürecin sahibi olarak Ak Parti, MHP ve DEM’i işaretlemesini nasıl bulduğunu sordum. Başlıktaki “Devlet dili lâzım” cümlesini burada kurdu Davutoğlu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde en önemli problemin Cumhurbaşkanı’nın “Cumhurbaşkanı” sıfatı ile “Parti Başkanı” sıfatının birbirine karışması olduğunu söyledi. Süreç ona göre o kadar hassastı ki, onu “Devlet dili” ile yürütmek gerekiyordu. “Parti dili” sürece yönelik toplum kabullenmesini zaafa uğratırdı. Başka siyasi hesapların örtülü biçimde sürecin içine sokulması süreci sakatlardı.
-Burada birkaç günlük gelişmeyi not etmek isterim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumartesi konuşmasında Ak Parti – MHP – DEM ittifakına işaret etmesi, üç gün içerisinde hem önce DEM tarafından, sonra Ak Parti sözcüsü olarak Ömer Çelik tarafından, en sonunda da Pazar – Kapanış konuşmasında bizzat Erdoğan tarafından “tashih” edildi. Bu bir süreç ittifakı idi, DEM’in Cumhur İttifakı’na dahil olması anlamına gelmiyordu. Belli ki DEM’de de, Ak Parti tabanında da, MHP’de de, muhtemel ki ittifak içinde sayılmayan Hüdapar ve Büyük Birlik’te de tepki oluşmuştu.
Davutoğlu’nun “Devlet dili – Parti dili” ayrışmasına dikkat çekmesi de, sürece, DEM ile başka hesaplar yapılması ihtimaline yönelik olmalıydı.
-Davutoğlu, “Türk – Kürt – Arap söylemi”ni olumlu ve kendisinin “Stratejik derinlik” yaklaşımına yakın buluyor. Geçmişte yaşanan “Neo-Osmanlı” tartışmalarını tabii ki biliyor, ama Suriye ile Irak’la, Kürt bölgesi ile yakın ilişkileri bu çerçevede iyi gelişmeler olarak görüyor.
-Davutoğlu ile İsrail, Gazze, Suud, Körfez Arapları, Mısır, İran, Azerbaycan konularını geniş geniş konuşamadık, doğrusu stratejik derinliğin reel-politik boyutlarını tv programında geniş geniş konuşmak isterim.
Hassas başlıklar olduğu muhakkak. Davutoğlu’nun da bu işlere suçlandığı gibi “hamaset boyutu” ile bakmadığını düşünürüm ben. Erdoğan’ın konuşmasına yansıyan “Türk – Kürt – Arap” yaklaşımının bugünkü reel gerçekleşme imkânı da “taktik siyasi hesapla” değil, “Stratejik” bakışla irdelenecek bir konu.
-Davutoğlu, ayrıca, dağdan inecek PKK’lıların nereye gidecekleri konusunun da önemli olduğunu, ABD Büyükelçisi Barrack’ın “ABD’ye gelebilirler” yaklaşımını paylaşmadığını, böyle bir uygulamanın ciddi riskler barındırdığını ifade etti.
-Davutoğlu, ülke meseleleri ile dopdolu diyebilirim. Özellikle böyle uluslararası boyutları olan meselelerde onun zihin dünyası parti sınırlarını aşan bir hassasiyet içinde. Ulaşabildiği her yere düşüncelerini iletiyor. Bu görüşmede DEM heyetinin kendisine İmralı’dan “Bu meseleleri en iyi bilenlerden birisi” tanımlamasıyla bir mektup getirdiğini, kendisinin o mektuba cevap verdiğini, heyetin İmralı’nın cevaben yeni bir mektup yazacağını bildirdiğini de söyledi. İlginç değil mi?
-Şunu söyleyeyim: Davutoğlu klasik bir siyasetçiden daha ziyade, kelimenin tam anlamıyla bir “Devlet adamı.” Entelektüel derinliği müsellem bir devlet adamı. Siyasi konumunu olumlamayabilirsiniz, ama düşünce dünyasını ıskalamak onaylanmayacak bir lükstür.
ÜMMETÇİLİK:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk – Kürt – Arap söylemi” CHP lideri Özgür Özel’den “Ümmetçilik” tepkisi gördü. Erdoğan da Kızılcahamam’ın kapanış konuşmasında Özel’i “Klasik CHP diline savrulmakla” suçladı. “Ümmetçilik’te ne tehlike vardı? Türkler’in, Araplar’ın, Kürtler’in birlikteliğinden rahatsız olmanın gerekçesi neydi?”
Bence Özgür Özel’in orada “ümmetçilik”ten yola çıkıp kategorik bir “suçlama”ya yönelmesi yeterince değerlendirilmemiş, evet “Eski CHP dilinden kalma” bir yaklaşımdı.
Dikkatli bakıldığında Türk temsilci heyeti Başkanı olarak İsmet İnönü’nün Lozan’da “Kürtler’in azınlık kabul edilip edilmemesi” konusu tartışılırken “Türklerle Kürtler bin yıldır bir arada yaşıyor adeta tek millet olmuşlardır” yönünde savunduğu tez de “Ümmetçi” bir tezdi. Mustafa Kemal Paşa’nın İslâm dünyasına yönelik “Milli Mücadele’ye destek çağrıları” da apaçık “Ümmetçi” çağrılardı. “Kürtler’in Türklüğü” vurgusu sonraki zamanların işidir ve sorun da öyle derinleşmiştir.
Belli ki Türkiye İslâm dünyasının bir parçası. Bu, devletin aklında olan bir gerçeklik. Bu gerçekliğin “reel - işlevsel – dengeleri gözeten” boyutları nedir, riskleri nedir, bunların değerlendirmesi ayrı. Bu alanı “ümmetçi” diye suçlayıp dışlamak ayrı, “Bunlar hassas şeyler, böyle her tarafa çekilir bir üslupla gündemleştirme”yi eleştirmek ayrı. Ben derim ki Özgür Bey bu “Ümmetçi” jargonunu bir kere daha düşünmeli.
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/davutoglu-surecte-devlet-dili-lazim-1604555