Filiz Has

Depremin Görünmeyen Yaraları

Artık sevdiklerimizi daha çok sevme, sevdiklerimize daha çok sarılma, küslükleri bitirme vakti… Dünyaya 1.5 dakika içinde veda edebileceğimiz gerçeği varken bence var olan bütün negatif duygular, kırıp dökmeler boşuna…


Filiz Has


Depremin Görünmeyen Yaraları

Artık sevdiklerimizi daha çok sevme, sevdiklerimize daha çok sarılma, küslükleri bitirme vakti… Dünyaya 1.5 dakika içinde veda edebileceğimiz gerçeği varken bence var olan bütün negatif duygular, kırıp dökmeler boşuna…


Yeni yıl hepimizi beklemediğimiz bir acıyla sınayarak başladı; 6 Şubat’ta kapkaranlık bir dünyaya uyandık ülke olarak… Ben de deprem bölgesinde yaşıyorum ve o yüzden bu yazıyı kaleme almak için de uzun bir zaman beklemek zorunda kaldım. “Zorunda kaldım” diyorum çünkü hem Kahramanmaraş’ı vuran ilk deprem olan 04:17’deki ilk depremi hem de aynı gün içinde öğle saatlerinde gerçekleşen ikinci depremi iç mekânda yaşadım. Tarifi mümkün olmayan karmakarışık duygular içinde kaldık… Bir yanda halimize şükretme hissi diğer yanda yaşadığımız korkunç felaketin boyutuyla yeniden aynı korkunun girdabında kalma arasında bir süreç içindeyiz… Bir süre herkes gibi dışarıda arabada, sonra yakın akrabalarda kalmak suretiyle bu süreci yaşadık ve dün akşam itibariyle evimize dönüş yaptık…

İşin en zor, en tuhaf, en karmaşık yanlarından biri eve dönme kararı vermek oldu… Çünkü tekrar ne zaman meydana geleceğini bilemediğimiz yeni depremlerden söz edilirken kapalı bir mekânda kalma kararı vermek hiç kolay değildi… Ancak diğer yandan, dışarıda kalma, araçta uyuma ya da çeşitli akrabalarda kalma kısmı da açıkçası çok sürdürülebilir değil… Bu kadar korkunç boyutta bir felakette, evinizde herhangi bir hasar oluşmaması sanırım insanın kendini avutabileceği tek şey… Depremin ana üssü olan Kahramanmaraş, Antakya, Hatay gibi illerde taş taş üstünde kalmadı diyebiliriz. Bu bölgelerde evsiz kalan ya da evi hasar aldığı için evlerine haklı olarak girmeyen/giremeyen herkesi düşündükçe, kendi evinizde hasar olmaması bir nebze olsun eve girebilme cesaretini veriyor. 

Uzağa geçici bir süre giderken mecburen valiz hazırlamak için eve girmiştik en son… O ilk girişte yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatamam... Evimiz adeta bizi istememiş ve dışarı atmış gibiydi… O kadar soğuk, o kadar uzak ve yabancı… O gün evde ne kadar ağladığımı anlatamam… Hatay’da  son yaşanan 6.4’lük depremde Göcek’te ve deprem bölgesinden oldukça uzaktaydık. Aynı kaosun içine geri döneceğimizi düşünmek hiç kolay değildi. Önceki gün geri döndük ve ilk geceyi yine korkudan dışarıda geçirmek istedim. Dün ise gün boyu bunu düşündüm… Nereye kadar böyle yaşanır? Korkmak bir şeylere çare midir? Kaçmak bu sorunu çözer mi? Hasarsız bir binamız varken dışarıda kalmak sadece kendimize yaptığımız bir işkence olabilir mi? Tüm bu sorulara birer birer cevap verdiğimde kalıcı olarak evde kalma kararı en kabul edilebilir sonuç oldu bizim için. 

Dün akşam eve gittiğimde, kendimi asi bir hayvanla pazarlık yapıyormuş gibi hissettim desem abartmış olmam… Evlerin ruhu var bilir misiniz? Ben o ruhu hisseden biri olmuşumdur her zaman… Dün akşam da evimin ruhuyla incelikli bir pazarlığa tutuştum. “Biz kalıcıyız, sen bize aitsin…  Seni anlıyorum ve seni seviyorum” İşte evimin ruhuna böyle seslendim… Gece sık sık uyandım ama yine de evde olmanın huzuru her şeye bedeldi…

Bu deprem sayısız canımızı, evleri, yolları, malları, mülkleri elimizden aldı… Ama en çok hasar belki de hepimizin ruhunda açtığı yaralardır… Üstelik bu depremi yaşayan 10 il dışında, bütün ülke ve hatta dünyanın birçok yerinde bu yaranın acıları hissedildi; biliyorum… Ruhumuzdaki yaraları tamir etmek, bu bölgede yıkılan evleri, yolları tamir etmekten daha uzun sürecektir… Evleri hasar almayan ama korktuğu için evlerine giremeyen insanların yeniden tıpkı benim yaptığım gibi evleriyle barışmaları uzun zaman alacaktır… Üstelik bunu o evlerde yaşayan insanlardan başkası da onlar adına kesinlikle yapamaz. Çünkü o bağ, birçok insan için o gece saat 04:17’de koptu bir kere… Yeniden başlamak, yaraları sarmak ve o evde, yatağında huzurla hiçbir şey olmamış gibi güvenle uyumak hiç kolay olmayacak… 

Bu büyük felaket, kendi başına bir yıkım olmakla beraber hepimizi bir araya getiren büyük bir yapıcı gücü de ortaya çıkardı. Keşke hiçbir felaket, yıkım, acı yaşamadan da “Biz” olmayı başarabilsek her zaman… Acılarımızdan artık bu defa ders alarak devam edebilirsek ve bilimin ışığında, aklıselim kararlarla yerleşim alanları kurabilirsek belki artık bu acıları yaşamayız ülkece… Deprem ülkesinde yaşıyoruz ve bunu bilerek edindiğimiz, yerleştiğimiz binaları seçmeli, dış görünüşe değil tamamen teknik detayları önceleyerek karar vermeliyiz. 

Depremde yuvaları yıkılan, aileleri dağılan ve geride elinde avucunda hiçbir şey kalmayan insanlar için yaralar çok daha derinde… Onları kapatmak için, çok daha fazlasına ihtiyaç var. Çünkü birçok insan için geride helalleşecek, barışacak bir ev bile kalmadı… Yitip giden hayatlar, henüz söylenmemiş ve insanların içinde kalan sözler var… Kimi toprakta kimi toprağın üzerinde yarım kalan insanlar var… Kelimelere sığmayacak büyüklükte bir acı, öyle derin yaralar ki boğazımız düğümleniyor her an. Yaşadığımız her saniye ne kadar değerli, söylenmemiş sözlerin muhatabına bir an önce ulaşması ne kadar kıymetli onu da bu felaketle birlikte bir kez daha öğrenmiş olduk. Artık sevdiklerimizi daha çok sevme, sevdiklerimize daha çok sarılma, küslükleri bitirme vakti… Dünyaya 1.5 dakika içinde veda edebileceğimiz gerçeği varken bence var olan bütün negatif duygular, kırıp dökmeler boşuna…

Ülkece kalanlarımız için geçmiş olsun, vefat edenlere Allah’tan rahmet, kalanlara baş sağlığı diliyorum. 

Sonsuz sevgi ve saygılarımla…