Taha Akyol


Her 4 liranın 3’ü faize!

“Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, 2025’in ilk üç ayında iç borç ödemeleri içinde faiz kaleminin oranı %74,7’ye ulaştı. Aynı dönemde 117 milyar TL ana para ödemesi yapılırken, 346,4 milyar TL faiz ödendi. Bu, faizin ana paraya oranla neredeyse üç katı olduğu anlamına geliyor.”


Devlet öylesine borçlanmış ki, her 4 liralık iç borç ödendiğinde 3 lirası faize gidiyor! Devletin iç borçlarının faizi, ana parayı geçmiş!

Önce haberi okuyalım:

“Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, 2025’in ilk üç ayında iç borç ödemeleri içinde faiz kaleminin oranı %74,7’ye ulaştı. Aynı dönemde 117 milyar TL ana para ödemesi yapılırken, 346,4 milyar TL faiz ödendi. Bu, faizin ana paraya oranla neredeyse üç katı olduğu anlamına geliyor.”

Bu feci durum karşısında iki türü düşünebiliriz:

. Biz bilmeyiz büyüklerimiz bilir, bir bildikleri vardır. Bu Orta Doğu toplumlarında yaygın bir düşünme biçimidir.

. İkincisi, ekonomi verimlilik artıracak teknolojik gelişme olmaksızın tüketim ağırlıklı büyütülürse söyle olur- şeklinde düşünmektir.

OSMANLI’DA REFORM ÖRNEĞİ

İkinci cevabı uzatmak mümkün: Denetim ve denge mekanizmaları, Meclis denetimi, bağımsız olması gereken Düzenleme ve Denetmeme kurumları güçlü olmayınca, siyaset kolayca borçlanma yoluyla tüketimi körükleyerek seçim kazanabiliyor.

“Kurumlar”ın önemini özellikle görmek gerekir. Daron Acemoğlu ve James Robinson “Ulusların Düşüşü” adlı kitabında tarih boyunca kurumların önemli olduğunu gösterdiler.

Kaynakları hortum gibi emen kurumlar gelişmeyi frenliyor. Kaynakların iktisadi gelişmeye gitmesinin yolunu açan kurumlar o toplumu geliştiriyor.

Ben bizden bir örnek vereyim. Tarımsal arazide devlet mülkiyeti demek olan “timar sistemi” sermaye birikimini engelledi. Büyük devlet adamı Cevdet Paşa 1858 Arazi Kanunnamesi ile tarımda özel mülkiyete hukuki geçişi sağladı. Tarihçi Donald Quataret, bu reformun sonuçlarını şöyle anlatır:

“Müteşebbis çiftçilere önemli bir hukuki çevre tanıdı. Çok daha büyük derecede, küçük çiftçileri tapu senedi vererek toprak sahibi yaptı. Özel mülkiyeti takviye etti ve geliştirdi. Bu sayede üretim şüphesiz arttı, devletin gelirleri yükseldi ve bütçe nizama girdi.” (Ed.Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, cilt 2, s. 978)

KURUMSAL GÜVEN

Tabii ki bugün devlet borç paralarla alt yapı yatırımları da yaptı. Fakat “denetim” ve “ihale” konuları yeterince şeffaf ve rasyonel değilse 1 kuruşluk tesisi 2 kuruşa çıkarmak, boş bekleyen havaalanları yapmak da mümkün.

KOİ tartışmalarını hatırlayın…

Hatırlamamız gereken diğer bir konu da bütçe açıklarını kanunla sınırlayarak iktidarın popülizm yapmasını frenleyecek “Mali Kural Kanunu”dur. Başbakan Yardımcılığı döneminde Ali Babacan bu kanunu hazırlayıp Meclis’e kadar getirmişken Erdoğan’ın emriyle yasalaşmadan kaldı. (15 Temmuz 2010)

Sonra, Merkez Bankası bağımsızlığının kaldırılması…

Ekonomide kurallar ve kurumlar böyle gevşeyince, büyüme de “tüketim” faktörü başa geçti. İktidarın 10. ve 11. Kalkınma Planlarında net olarak belirtilen bir gerçektir bu.

Böyle kurumsal güven faktörü azalıp risk faktörü yükseldikçe öyle bir yere gelinde ki, Prof. Bilge Yılmaz hocamızın zamanında belirttiği gibi:

“Yunanistan, bugün 1000 dolar borç almak için yıllık 41 dolar faiz ödeyecek. Biz, 1000 dolar borçlanmak için 97.5 dolar faiz ödüyoruz!” (14 Ocak 2023)

Sonra KKM… Duvara çarpacakken Şimşek’in getirilmesi ve ortodoks politikalar…

Ve bugün bütçede faize ayrılan ödenek, 2 trilyon lira! Hem de “nas var” diyerek!

KURALLAR KURUMLAR

Hemen her gün tekraren yazmak istiyorum: Tarihe ve günümüze laboratuvara bakar gibi bakmak! Yanı “sizden-bizden” at gözlüklerini çıkarıp neler yapılmış, sonuçları ne olmuş diye bakmak…

“Nass var” diye on yıl ısrar ederek, bu yolda Merkez Bankası’nın bağımsızlığını kaldırarak geldiğimiz noktaya bakar mısınız?

Demek ki sorun “nass”ın varlığı değil, ekonomiyi modern iktisat biliminin kurallarına göre yönetip yönetmemektir.

Laboratuvara bakar gibi baktığımızda bu iktidarın, Kemal Derviş reformlarına dayalı ilk on yılında bütün grafiklerin yukarı gittiğini, ikinci on yılında aşağı gittiğini görürüz.

İlk on yıl reformlar, ikinci on yıl “idare-i şahsiye” dönemi.

Bilim Felsefecisi Karl Popper de “kim?” diye değil “nasıl?” diye sorarak düşünmek gerektiğini söylememiş miydi? Kimin doğru, kimin yanlış yaptığını da böyle anlarız zaten.

Doğusunun ne olduğu belli: Güçlü kurallara ve kurumlara dayalı hukuk devleti.

https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/her-4-liranin-3u-faize-1604189