Ahmet Taşgetiren


Kürtlere “çöplük” diye bakan bir adam

Şunu belirteyim, PKK ile ilgili süreci Öcalan üzerinden yürütmek, Devlet adına akıllıca bir şey. Bir kişinin bir yapı üzerinde belirleyici otoritesi varsa ve onu etkileyebilecek durumdaysanız o imkânı kullanırsınız.


Bir süreç yaşıyoruz ve diyelim “PKK’nın feshi - silâhların bırakılması” gibi genel şema içinde bazı hususlar özden kaçıyor diye düşünüyorum. O genel şema çok önemli hiç kuşkusuz, Türkiye ağır bedel ödedi PKK ile mücadelenin 40 yılı içinde…

Peki gözden kaçanlar ne?

Şunu belirteyim, PKK ile ilgili süreci Öcalan üzerinden yürütmek, Devlet adına akıllıca bir şey. Bir kişinin bir yapı üzerinde belirleyici otoritesi varsa ve onu etkileyebilecek durumdaysanız o imkânı kullanırsınız.

O yüzden “Tek adamın belirleyici olduğu” yapılar “şantaja ya da manipüle edilmeye elverişli” yapılar olarak görülmüştür. O yüzden alt birimler de işlerini belirleyici iradenin hoşnutluğu üzerinden gerçekleştirmek gibi bir kurnazlığa oynarlar. Bizde “Liderliğinde” söyleminin yaygın olmasının altında da bu psikoloji vardır.

Öcalan’ın bizzat kendisi, kendisinin diyelim PKK tarafından “mesihleştirildiği”ni söylüyor. O buna karşı çıkıyor ama, sonuçta PKK üzerinde kullandığı otorite de, adı öyle olsun veya olmasın, “önder”liğin “mesihleştirme” boyutunda algılanması ile ilgilidir.

Dediğim gibi harala – gürele içinde Öcalan’ın neye nasıl baktığı pek tartışılmadı. Meselâ PKK’ya yazdığı ilk mektupta “Kürt toplumu”na “çöplük - mezarlık” tanımlaması yapabilmesinin üzerinde hiçbir Kürt’ün durduğunu görmedim.

“Bir kültür kalıntısı, çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil, tarikat kırıntıları, aşiret aile kavgaları, sömürge ötesi bir durumdur söz konusu olan. Bir tür çöplük. Çöplük toplumu, bir mezarlık” gibi ifadeler o mektupta yer aldı.

“Kurucu Önder” ya, oturur İmralısında, çocuklarını dağa çağırıp ölüme yolladığı Kürt halkına bu ifadeleri reva görür. Böyle bir tanımlama başka birisi tarafından yapılsa, bir toplumun aşağılanması bağlamında büyük tepki görür. “Çöplük” tanımlamasına, “Kürt milliyetçiliği” adına bir tepkiye rastlamamak acaba benim kusurum mu?

Öcalan, PKK’yı da aşağılar. “Beni anlamıyorsunuz” der. “Kadro donanımsız”dır ona göre. Bakın şu tepelerden gelen yargılamaya - aşağılamaya: “Önderlik gerçeğini doğru anlamadan, kendini gerçekliğe yatırmadan bırakın topluma öncülük etmeyi, kendiniz yürüyemezsiniz. Nitekim kendinizi dahi taşıyamıyorsunuz. Muazzam bir söylem ve eylem gücüm var. Bunları size sunuyorum, zorla vermeye çalışıyorum, yine almıyorsunuz. Kendinizi bir çözüm olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz.”

PKK böyle, küçük dağları ben yarattım mantığında bir “önderlik” oluşturmuş, Kürt siyasi hareketi öyle bir önderliği çözüm odağı olarak görmüş… Nasıl bir şey bu? Başlı başına bir talihsizlik değil mi bu Kürt toplumu adına? “Ego”su tavan yapmış birisinin “Kendinizi dahi taşıyamıyorsunuz” ithamı karşısında Kandil’deki adamları düşünüyorum da, bu önder – örgüt çarpıklığındaki dramatik duruma bakıp Kürt halkı adına derin kaygı duyuyorum. Bu adamlar peşinden gitti ve kutsadı Öcalan’ı… 40 yıl da bu tarz fırçalamalarla mı geçti acaba, diye sormaktan da kendimi alamıyorum.

Ama bu tarz gerçeklik bu tarz oluşumların hemen hepsinde yaşanıyor. Dostoyevski Cinler’de, ihtilâl öncesi örgüt oluşumlarını ve orada liderlik pozisyonunun nasıl iç infazlara yol açtığını anlatır. Neçayev tiplemesi sanki Öcalan tiplemesinin 100 yıl önceki türevidir.

Öcalan PKK’ya mektubunda bir de “Kürt Judenrat”ı diye bir tartışmayı başlattı. Judenrat, Nazi Almanyası’nda, Nazilerle iş birliği yaparak bazı Yahudileri gaz odasına göndermek pahasına kendi konumlarını korudukları iddia edilen bir yapıyı anlatıyor.

Öcalan, Judenrat tanımlamasından yola çıkarak “Barzaniler, Bedirhaniler ve hatta Şeyh Sait’in geride kalan torunlarından bazıları…… kendi ailelerini korumak için Kürtlüğü imhaya götürdüler” diyor.

Diyarbakır’da Şeyh Sait’i anmanın tartışma konusu olduğu bir zamanda Öcalan’ın içerde, hem de geniş Kürt ailelerini de içine koyarak böyle bir “Kürtlüğü satma” tartışması açması da ilginç.

Tabii ki bu yaklaşım tepki çekmekte gecikmiyor. Suçladığı kesimler, Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirildiği sırada “Bir fırsat verilirse, bir hizmet imkânım varsa ki inanıyorum vardır, hizmet yapabilirim.” ifadesini kullanması Judenrat tartışmasında yeniden hatırlanıyor.

İstedim ki genel şablon akarken bu farklı boyutlar da aklımızın bir kenarında bulunsun. Önderliklerin, tek adamlıkların ne zaman nasıl işlevselleşeceğine dair değerlendirme yapmak gerektiğinde faydalı olur. Bir de “çöplük” tanımlamasına Kürt siyasetçilerden, mesela DEM çevresinden bir izah denemesi gelsin istedim. Bahçeli’nin ifadesiyle “Kurucu Önder”lerin böyle de bir hakkı var mı merak ettim.

https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/kurtlere-copluk-diye-bakan-bir-adam-1604515