Arslan Bulut


Meclis’in Dikmen kapısı ve Nihat Genç...

Nihat Genç ile ilk defa, İstanbul’da, Divanyolu’ndaki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde karşılaştık. Burası Yazarlar Birliği’ne verilmişti ve genelde muhafazakâr çizgide olan yazı ehlinin sosyalleşme, buluşma mekânıydı.


Karadeniz’i ve Maçka yaylalarını anlatırken, aklıma hep Nihat Genç gelir... Çünkü Karadeniz'in üzerinde biriken buhar, Değirmendere vadisine girip, 25 kilometre kadar ilerledikten sonra Nihat Genç'in köyünün üzerinden geçip, 30’uncu kilometrede Maçka'ya girişteki tünelin üzerinde Nesi kayalıklarına çarpar, bizim köyün alt tarafından Köroğlu kıranını ve Hanın kıranını da aşar, oradan birkaç dakika içinde Zigana geçidinin sonuna kadar bütün vadiye çöker... Yağmur çoktan başlamıştır. "Sen yağmur ol ben bulut, Maçka'da buluşalım" türküsü, herhalde, bulutların yağmuru Maçka’ya nasıl getirdiğinden esinlenerek yakılmıştır. Dolayısıyla burada yetişen insanların birçoğu yağmur gibi fırtına gibi veya yaylaların yakıcı güneşi gibidir.

Aileden iyi yetişmiş insanları da Mehmet Murat Çalık’ın Silivri cezaevinden İzmir’e gönderilmeden önceki ziyaretimde söylediği gibi Maçka’nın girişindeki Nesi kayalıkları kadar dik durur... Tabii cehalet veya çıkar virüsünün etkilemediği yer yok ama genelde hangi ortamda olurlarsa olsunlar gerçeği haykırmaktan çekinmezler. Çünkü her an doğanın gerçekleri ile baş başadırlar; doğadaki ani değişimlerle barışıktırlar. Burada yetişip de doğaçlama türkü söylemeyen, sevdiğine mani atmayan yok gibidir. Türkçe’nin bütün güzellikleri, deyimleri insanların genetik yapısına kadar işlemiştir.

***

Nihat Genç ile ilk defa, İstanbul’da, Divanyolu’ndaki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde karşılaştık. Burası Yazarlar Birliği’ne verilmişti ve genelde muhafazakâr çizgide olan yazı ehlinin sosyalleşme, buluşma mekânıydı. Ben de bazen uğrardım. Bir gün, o çevreden bir kişi, “Bak hemşehrin gelmiş, anlaşılan tanışmıyorsunuz, gel sizi tanıştırayım” dedi.

Nihat Genç, o zamanlar, “Oflİ Hoca” ile ünlü olmaya başlamıştı ama sönmüş bir yanardağ gibi sessizdi. Bakışları ise Maçka gibi derin, Maçka gibi kuşatıcı ve sevgi yüklüydü. Meğer veryansın edeceği yıllar için enerji depoluyormuş...

Sonra bir gün Maçka’da benim konferansıma dinleyici olarak geldi. Yıllar geçti, yine Maçka’da bir yaz günü Volkan Konak konserinde buluştuk. Volkan’ın başka programı vardı, erken ayrıldı. Biz de Nihat ile birlikte Özkan Sümer’in Sümela yolundaki alabalık tesislerine gittik. Biraz sonra Özkan Sümer de masamıza geldi ve saatlerce Trabzonspor konuştuk... O zamanlar Fatih Tekke, Zenit’te oynuyordu ve UEFA şampiyonu olmuşlardı... Sümer, Fatih Tekke için “dünyanın en iyi futbolcusu” diyordu.

***

Nihat ile Antalya’da bir panelde konuşmacı olarak buluştuk... Halk, onu bir kahraman gibi bağrına bastı... Sonraları, ne zaman ülke için hayati derecede önemli bir konu gündeme gelse, hep telefonla aradı, bilgilerini benimle paylaştı...

Geçen yaz yine aradı ve “Son yazından, Maçka’da olduğunu anladım. Biz de Maçka’ya girmek üzereyiz. Nerede buluşalım?” dedi. “Ihlamurların altında” dedim... Oğlu Laçin ve Serkan Öz de yanındaydı. Sonra Faruk Genç de bize katıldı ve burada çay içen “yaşlı”larla sohbet ettik. Yani bizden yaşlılarla... Konu bir ara sağlık durumumuzdan açıldı. Bana tavsiyelerde bulundu, moral verdi. Sonradan anladım ki bu konuşmayı yaparken, kendi hastalığını biliyor ama hiç belli etmiyordu...

“Biz yaylalara çıkacağız, sen burada çok zaman geçiriyorsun, nereye gidelim?” diye sordu... Ben de “Bizim yayla en yükseğidir. Bütün vadiye ve Karadeniz’e hâkimdir. Bizim yaylaya gidelim...” dedim ve köye de uğrayıp Figanoy yaylasına çıktık... İki bin metre yükseklikteki kayaların üzerinden, kurt dedemin, büyük babamın her akşam yaptığı gibi Karadeniz’i seyrettik. Nihat kollarını açtı, vücudunun her hücresini o temiz ama sert rüzgâra bıraktı. Kaçkarlara, Kafkaslara doğru uçmak ister gibiydi... Sonra bana sarıldı ve buraya getirdiğim için teşekkür etti. Çok mutluydu.

Bu, Maçka’ya, yaylalara veda gezisiymiş, anlayamadık...

***

Sonra bir gün Erdem Atay, Nihat’ın yoğun tedavi gördüğünü bildirdi... Konuştuk ama yormamak için kısa tuttum. Doğal tedavi yöntemlerinden bahsettim ama konuyu değiştirdi ve o kısılmış sesiyle yine bir memleket meselesine dikkatimi çekmeye çalıştı...

Son olarak bana “Maçka’da buluşalım” dedi ama gelemedi.

Ankara’ya, bir avuç Maçka toprağı ile birlikte onu son yolculuğuna uğurlamaya giderken, Muğla, Milas/ İkizköy’den ve Aydın’dan gelen birkaç zeytin üreticisinin, milletin siyasi mabedi olan TBMM’nin Dikmen kapısı tarafında beklediğini, içeri alınmadığını, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma”, “Maden yasası geri çekilsin”, “Toprağa dokunan eller kırılsın” sloganları attığını ve geceyi, battaniyelere sarılarak geçirdiğini hatırlayıp, “Şimdi Nihat olsaydı, kıyameti koparırdı” diye düşündüm...

İkizköy Mahalle Muhtarı Nejla Işık, “Bu çökme yasasını kabul etmiyoruz.’ Şirketler TBMM’ye alınırken, biz köylüler, sadece 6 kişiydik, Meclis’e giriş yasağı konuldu bize... Burası milletin Meclisidir, şirketlerin değil...” diyordu.

Nihat sağ olsaydı, köylülerin Meclis’in Dikmen kapısında bekletilmesine veryansın eder, demediğini bırakmazdı...

Çünkü Nihat Genç, vatan demekti, millet demekti, cumhuriyet demekti...

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/meclisin-dikmen-kapisi-ve-nihat-genc-932461h.htm