Yıllardan beri ilk defa bir bakanın, Türkiye’nin en hayati sorunlarından birine el attığını ve eylem planı uygulamaya başladığını duyuyorum. Başarılı olmasını dilerim...
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun açıkladığı, “Normal Doğum Eylem Planı”ndan bahsediyorum. Memişoğlu, tanıtım toplantısında “Normal Doğum Eylem Planı, bir sağlık politikası olmanın ötesinde, geleceğe yatırım niteliğindedir. Ülkemizin toplam doğurganlık hızındaki gerileme, nüfus yenilenme seviyesinin altında kalmış ve bu durum sürdürülebilir bir gelecek için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Toplam doğurganlık hızı 2001'de 2,38 iken 2023 itibarıyla 1,51'e maalesef düşmüştür. Bu, nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10'un çok altındadır ve bu düşük doğurganlık oranı ülkemizin geleceğini doğrudan etkileyen bir gelişmedir.” dedi.
Memişoğlu, “Dünya Sağlık Örgütü, sezaryen oranlarının yüzde 15'in üzerinde olmasını önermezken, ne yazık ki ülkemizde bu oran çok daha yüksektir. Sezaryen, bir doğum şekli değil ameliyattır. Ameliyat doğal değil, mecburi bir süreçtir. Sezaryenin yaygınlaşması, normal doğumun geri plana atılmasına neden olmakta ve bu durum, anne ve bebek sağlığını uzun vadede tehdit etmektedir." uyarılarında bulundu.
***
Anadolu Ajansı’ndan İslam Yakut’un haberine göre Memişoğlu, ayrıca şu bilgileri verdi:
-Bilimsel veriler, sezaryenin doğum sonrası iyileşme sürecini uzattığını, enfeksiyon riskini artırdığını ve doğurganlık kapasitesini sınırlayarak anne adaylarını ileri gebeliklerde daha fazla komplikasyonla karşı karşıya bıraktığını gösteriyor.
-Normal doğum sürecinde salgılanan oksitosin hormonu, hem doğumun doğal ilerleyişini sağlar hem de doğum sonrasında anne-bebek bağlanmasını güçlendirir.
-Oksitosin, aynı zamanda annenin doğum sonrası depresyon riskini azaltan önemli bir faktördür. Annenin bebeğiyle kurduğu bu güçlü bağ, bebeğin hem fiziksel hem de psikolojik gelişimi açısından kritik önem taşır. Dolayısıyla normal doğumun tercih edilmesi, hem anne hem de bebeğin uzun vadeli sağlığı üzerinde olumlu etkiler oluşturur. Bu nedenle tıbben zorunlu olmadıkça sezaryenin tercih edilmemesi gerekmektedir.
***
Geçmişte de sezaryenle doğumun tehlikeleri üzerinde duruldu ama nedense gereği yapılamadı.
Mesela, 2010 yılında Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bir soru önergesine cevap verirken, yüzde 40 olan sezaryenle doğum oranının kabul edilemez olduğunu, bunu mutlaka azaltacaklarını belirterek, "Devlet hastaneleri, sezaryen oranları açısından en düşük orana sahip. Özel hastanelerde bunun yüzde 60-80'lere çıktığını görüyoruz. Bu işi yapan kuruluş ve hekimlere, halkımıza açıkça ifade ediyorum; buna müsaade etmeyeceğiz. Bunun için gerekli tedbirleri aldık, almaya başladık, çok daha ciddi tedbirleri önümüzdeki aylarda almaya devam edeceğiz" demişti. Ben de bu sütunda okura iletmiştim.
Aradan 14 yıl geçti... Şimdiki bakanın açıklamalarından durumun daha da kötüye gittiği anlaşılıyor!
Yine 14 yıl önce İsveç'teki Karolinska Enstitüsü’nde yapılan araştırma sonuçlarını açıklayan Prof. Dr. Michael Norman, "Doğum sırasında bazı genler aktif, bazı genler pasif hâle geliyor. Doğumdaki stres de bunu etkilediği için sezaryenle doğan bebeğin DNA'sı değişiyor. DNA değişiminden dolayı bu bebeklerin kanser, şeker ve astıma yakalanma ihtimallerinin daha yüksek olduğu ortaya çıkıyor." demişti.
***
Bizim nesil hep normal doğumla dünyaya gelmiştir. Fakat birkaç nesildir, sezaryen yaygınlaştı. Oksitosin hormonu salgılayamayan ve bebeği ile sevgi bağı kuramayan, bu yüzden depresyona giren annelerin çocukları da hayatları boyunca bundan etkileniyor. Hem doğurganlık yok ediliyor hem de psikolojik olarak sorunlu nesiller ortaya çıkıyor... Bipolar bozukluk ya da duygudurum bozukluğu hastalıklarının yeni nesillerde çok daha fazla olduğunu hepimiz görüyoruz.
Çevremizde ne kadar çok, değersizlik hissine kapılan, hayata karşı ilgisiz, mücadele gücü olmayan, belirli bir konuya odaklanamayan, evden çıkamayan, kendinden nefret eden insan var...
***
Sezaryen oranlarından, Sağlık Sistemi’nin bugüne kadar doğurganlığı azaltmak veya anneleri ve çocuklarını hasta etmek için kullanıldığı anlaşılmıyor mu? Bunun kendiliğinden gelişen bir süreç olduğunu kim söyleyebilir?
Aslında hukuk devleti de “devlet baba” veya “devlet ana” gibi toplumsal bir oksitosin hormonudur, devletin şefkatli ellerde olmasını sağlar ama bunu anlama oranı da ne yazık ki çok zayıf...
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/oksitosin-hormonu-846611h.htm