Bazen yüreğim hâlâ yerinde duruyor mu diyerek Sabahat Akkiraz’ın Kerbela Türküsü’nü dinlerim. Orada “Hüseyin attan düştü sahrayı Kerbela’ya…” sözlerine gelince içimde duygular kabarır, gözlerim dolar. “Fatma ana ciğeri sızlar sızlar ah çeker…”
Şöyle birkaç mısraı da siz okuyun, yüreğinize bakın, yerinde durup durmadığını kontrol edin:
“Hasanım ağu içti lebi sükker ah çeker - Hüseyin attan düştü kime şikar ah çeker - Nerde kalmış acaba bak Zülfigar ah çeker - Ali′nin onbir oğlu yerde yatar ah çeker - Fatma ana ciğeri sızlar sızlar ah çeker - Hüseyin attan düştü sahra-ı kerbelaya - Cibril gurban haber ver Sultan-ı enbiyaya”
“Medine dağlarında susamla sümbül ağlar - Dağlar inim iniler sular serhoş sel ağlar - Cümle guşlar figanda bak dertli bülbül ağlar - Viranede bayguşlar hu çeker yıl yıl ağlar – Kerbela’ya gulak ver sahra ağlar çöl ağlar - Nalet olsun Yezide şah-u geda gul aglar - Ey Mürteza gel yetiş binekte Düldül ağlar”
Hüseyin attan düşüyor ve ondan sonrası Yezid ordusunun icra ettiği havsalaya sığmaz, anlatılması zor cinnet sağnağı…
Niye?
Babası Muaviye’nin yerine “halife” olarak bıraktığı Yezid’e biat etmemek ve Kûfe’de bir çıkış aramak… Oradan davet var çünkü…
Yezid’e göre tehlike büyük! Yolu kesilmeli Hüseyin’in… Kûfe’ye asla ulaşmamalı.
Kerbelâ’da yolu kesiliyor. Yanında çok bir insan yok, 70 kişi kadar yakın aile topluluğu… Kadınlar, çocuklar…
Yezid’in yolladığı ordu 4500 kişi.
Mübarezeler oluyor önce, birebir vuruşmalar…
Sonrası 70 kişinin üzerine yürüyen vahşet ordusu.
Çocukların bile kılıçlarla doğrandığı bir insanlık çürümesi…
Şehit düşüyor tabii Hüseyin birçok yârânı ile…
Sonrası?
Sonrası daha yüz karası.
Önce üzerindekiler yağmalanıyor, sonra başı kesiliyor, pek çok yârânınınki gibi.. Sonra sağ kalan birkaç kadın ve çocuk ile birlikte, kesik başlar Şam’a doğru yola çıkarılıyor.
Baktım, 829 kilometrelik bir yol. Günlerce, kesik baş yollarda Yezid’e taşınıyor.
Sonrasını anlatmayayım. Yürek dayanmaz.
Hüseyin kim? Peygamber torunu… Hazreti Peygamber’in çocukluğunda “Reyhanım, güzel kokulum” diye bağrına bastığı, bütün Anadolu annelerinin diliyle “Fatıma anamız”ın evlâdı. Hasan’ın kardeşi…
Sözüm ona “Halife”nin ordusu, işte bu can emanetlere kıyıyor. Siyaseten yol kesmenin en cinnet hali bu. Bunlar yaşandı maalesef Hazreti Peygamber’in ahirete göçüşünün ardından. Dört halifenin ikisi suikastlarla can verdi, üstelik birisinin katili, Hazreti Ebubekir’in oğlu olacaktı.
Sıffin’de binlerce mü’min, siyaseten karşı karşıya geldi ve birbirini kırdı.
Yezid’in ordusuna ise başka sahabe çocukları komuta ediyordu.
Nasıl seyredildi Peygamber torununun çöl ortasında hunharca katledilmesi ve daha utanılası bu kesik baş vahşeti bilemiyorum o günün Müslümanları tarafından? Nasıl isyan edilmedi?
Korku, deniyor. Yezid yönetiminden korku.
-- Statüleri kaybetme endişesi, deniyor.
-- “Fitne çıkarmama” gerekçesiyle zulme rıza suskunluğu deniyor.
Böyle böyle bir “Kanlı Kerbelâ hafızası” kaldı İslâm toplumlarının mirasında… Temizle temizleyebilirsen…
Her yıl 10 Muharrem, Kerbelâ acısı dağlayıp geçiyor yürekleri. Kerbelâ’da susuzluktan kıvrananların acısı insan olanın içini kavuruyor.
Yazının başlığına “Siyasetin cinnet hali” ifadesini koydum. Bugün bile siyasetin insaftan, insanlıktan, hak - şinaslıktan, adaletten uzak hallerini yaşıyor olmamızdan dolayı… Baş kesmeyecek kadar medenileştik (!) belki ama “baş almak”tan da geri kalmıyoruz. Yeter ki muhtemel tehlike sezinleyelim. Devreye sokulabilecek bütün güçleri seferber etmekten kaçınmıyoruz.
Zamanın “Halife”si yapmış, seküler zamanlarda biz yapmışız çok mu? Susanlar, korkanlar, statü kaybı kaygısına kapılanlar bugün de var.
“Hüseyih attan düşünce…. Cibril gurban haber vermiştir mutlaka Sultan-ı enbiyaya…” O (s.a.v.) da almıştır mutlaka reyhanının kokusunu taa Kerbelâ’dan… Fâtıma anamız gibi… Bugünlere kadar uzanan, yürekten gözlere uzanan ateş, Sultan-ı Enbiya’nın yüreğine düşen ateşin kıvılcımları olmalıdır.
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/siyasetin-cinnet-hali-1604460