Nereye gittiğinizin farkında değilsiniz.
Bazı şeyleri “inadına” yapıyorsunuz.
Kanal İstanbul’u “inadına” yapacağınızı en yukardan ilân ettiniz.
Şimdi zeytinliklere karşı ekolojik jenosid uygulama işini de “inadına” yapacağınızı bizzat komisyon başkanı ağzından seslendirdiniz. “Siz yaptırmayız demeseniz biz yaptıracağız demeyiz, siz geçirmeyiz demeseniz bir geçiririz demeyiz.”
Böyle yürütüyorsunuz memleketin işlerini.
“Ben ekonomistim” diye diye de geldi memleket ekonomisi bu hale. “Onların kafası basmazdı!”
“Nas var nas”ı da “inadına” üslûbuyla seslendirdiniz “Nas”taki hikmetten habersiz. Öyle inadına işler yapmasaydınız bugün faiz, sanki size isyan ediyormuş gibi bu seviyelerde olmazdı.
Epeyce bir zamandan beri “Yargı” alanında da “inadına” işler oluyor. Oysa en olmayacak alan o. O alanda adaleti geri planda bırakırsanız, o alanda “bir topluluğa olan kin” ile hareket edilirse, ki onun altında ilkel öfkeler, hesaplaşmalar vardır, arz titrer yaptıklarınızdan…
“Ekolojik jenosid” dedim. Türkçesi “Çevre soy kırımı” demek. Zeytinliklere yönelik kök kazıma hazırlığı var ya, işte onun gerçek adı “ekolojik jenosid - çevre soykırımı”dır.
Kadınların çığlığını duymuyorsunuz. Kapınıza kadar, Meclis’in kapısına kadar geldiler, boğazları yırtılırcasına bağırıyorlar, ki duyun diye, duymuyorsunuz.
Adrese teslim düzenlemelerde ısrar ediyorsunuz. 80 bin zeytin ağacının kökü kazınacak, sözüm ona başka yerlere taşınacak diye kamuoyu avutulacak, neymiş o zeytinliklerin altında kömür madeni varmış, onlar işletilecek de elektrik üretilecekmiş…
Zeytini anlatıyor bölgenin köylü – şehirli kadınları…
Yollara düşüyorlar, çoğunun yaşları ilerlemiş, kiminin ayağında şalvar, Meclis’in kapısına dayanıyorlar, “Bu cinayeti işlemeyin” diye yalvarıyorlar. “Kendi coğrafyanıza karşı, dağlarınıza karşı, toprağınıza karşı bu cinayeti işlemeyin. Yangınlar zaten yapıyor jenosidi. Siz yapmayın. ”
Geçen gün (7 temmuz) t24’te Cansu Çamlıbel’in TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’la mülâkatını okudum. Bana göre TEMA Vakfı, taa “Toprak Dedemiz” diye tanımlanan Hayrettin Karaca’dan beri bir çığlıktır Türkiye adına. Şimdi de Deniz hanım çığlık atıyor. Bakın ne diyor:
“… Şu anda Afşin’deki termik santralde acayip bir durum var. Yine özelleştirilmiş bir termik santralde ne filtre çalışıyor ne bir şey. Oradaki insanlar çatır çatır kanser oluyor, akciğer problemleri tavan yapmış. Biz şimdi bu konuda TEMA olarak bir belgesel film hazırlıyoruz. O kadar etkisindeyim ki ben neredeyse akşamları elektrik yakamıyorum evde. Çünkü yaktığım her ampul ya da fişe taktığım her alet bir insanın canı anlamına geliyor. İnsanların canı pahasına öyle bir kirlilik içinde enerji üretiliyor. Böyle bir şey olmamalı. İstanbul’da yaşayanlar hiçbir şey görmüyor. Ben Zonguldak Çatalağzı’nı bir gördüm, o gün dünyam değişti. Kadının teki “Siz İstanbul’da lamba yakacaksınız diye benim çocuğum kanser oluyor” diye ağlıyordu. Çünkü İstanbul'a elektrik oradan geliyor. Bilmediğin zaman, birey olarak sorumluluğunu da anlamıyorsun. Ama işte santrallerin, madenlerin yanında yaşayanlar biliyor çünkü sonuçlarını dramatik olarak yaşıyor her gün.”
Ne diyeceksiniz? Hadi söyleyin. Yarın her kahvaltıya oturduğunuzda ağzınıza aldığınız zeytinde kökünü kazıdığınız ağaçların çığlığını duyabilecek misiniz?
“İnadına” öyle mi? Gücünüz var çünkü öyle mi?
Öte yanda da “mazlumun ahı” var. “Mazlûmun ahı indirir şahı” denmiş bu topraklarda.
Belki de zeytin ağaçlarının çığlığı alaşağı edecek güç sahibi zannedenlerin kibrini…
Ben bir pazarda, bir markette yüreğinden acı kopan yaş almış annelerin hüznüne tanık oldukça, bu acıların bir yerlere bir türlü yansımıyor olması karşısında kahroluyorum.
“Şalvarlı kadınlar”ı yazdım bir ara. “Bunlar, dedim, iktidara yönelerek, sizin tabanınız. Oylarını genellikle size verirler. Ama Ankara yollarına düşmüşler memleketlerinden seslerini duyuramadıklarına inandıkları için, anlayın bunları…”
Anlamıyorsunuz. Kibir var ya, o “İnadına” duygusuna güç veren kibir, o bağlıyor yürekleri. “Şavata’dan Angaraya ses getmiir” di bir ara bu memlekette… Şimdi 80 bin zeytin ağacının çığlığını duymayanlara duyurmaya gidiyor kadınlar Ankara’ya…
Bu kadınların yüreğinde yıkılırsanız, sizi kimse toparlayamaz. Fark edin duygusal kopuşları. “Gelin bir hafta bizim yaşadığımız gibi yaşayın” diyorlar. “Boş isyanlar” bunlar değil mi? “Muhalefetin kurguları…”
“İnadına” kibri öylesine çullanmış ki duygu kaynaklarına göstermiyor Meclis’in yanı başında kuru toprak üstünde bir battaniyeye sarılıp sabahlayan kadınları… Eee, bunun bir bedeli olacak elbette. Siyaset meydanında her canlı o bedeli tadar bir gün.
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/sizi-bu-kadinlar-yikacak-1604610