Ahmet Taşgetiren

Tarih: 28.09.2025 18:44

Şu meşruiyet meselesi

Facebook Twitter Linked-in

Ben bu “meşruiyet” meselesini Ak Parti’nin ilk senelerinde de yazmıştım. Hani kuruluş safhasında Erdoğan’ın ABD ziyaretleri olmuştu.

Niye gitmişti?

Yeni siyasi hareketin özellikle “dış politika perspektifini anlatmak”, bir, “içerdeki meşruiyet sıkıntısına dışardan çare bulmak”tı, iki.

Dış politika perspektifini anlatmak şunun için lâzımdı: Yeni siyasi hareket Refah Partisi içinden çıkmıştı. Orada Erbakan’ın liderliği söz konusu idi ve Erbakan da mesela “D-8” projesi ile bir “İslâm birliği” projesinin peşindeydi. Sadece AB projesine değil tüm Batı’ya karşıydı. Siyonizm’i insanlık için belâ olarak görüyor ve ilan ediyordu. Ortadoğu’da Amerikan politikalarını emperyalizmin uzantısı olarak değerlendiriyordu.

Yeni siyasi hareket mesela Erbakan’ın bu çizgisinin neresinde idi?

Ben, ABD gezilerinde Amerikalılara Erbakan’dan farklılık anlatıldı, diye yazdım o zaman. Ortadoğu’da Amerikan politikaları ile çatışmadan ilerlenebilirdi. Sonraları Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığı buralardan gelerek oluştu.

AB’ye taraftarlık açık bir “Milli Görüş farklılaşması” idi.

Peki o zaman “içerdeki meşruiyet sıkıntısı”na karşı “Dışardan meşruiyet desteği” alındı mı, alındı. Askeri müdahaleler, ABD desteği ile yapılmaz mıydı, o tür girişimler akim kaldı, mesela e-muhtıra, kapatma dâvâsı akim kaldı. “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” suçlaması kapatma için gerekçe oluşturamadı ama, hazine yardımının kesilmesi için gerekçe oluşturabildi. “Ak Parti ipten döndü” diye yazdım o zaman. Bunlarda dış dengelerin etkisinin olmadığını söylemek mümkün mü?

ABD Büyükelçisinin önce ifade edip sonradan te’vil etmeye çalıştığı “meşruiyet” meselesi, Amerikan tarafında genelde Türkiye siyasetine, özelde de Ak Parti’ye ve Erdoğan’a yönelik bir “Algı”yi ifade ediyor. Aynı algı ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun sözlerine “Trump’la 5 dakika görüşebilmek için yalvarıyorlar” biçiminde yansıyor.

Bu bir okuma tarzı. Görüşülecek ülke temsilcilerini - liderlerini okur ülkeler.

Bizde de ”Trump okuması” yapılmış olmalı.

Bizdeki iktidar medyası, görüşme öncesinde Erdoğan’ın Trump’la görüşebilmesine olağanüstü anlam yüklerse, Trump adeta “kader belirleyen bir güç” gibi takdim edilirse, Erdoğan’ın içerdeki taban kaybının, Trump görüşmesiyle telafi edilebileceği gibi bir kampanya yürütürse, bu, Amerika’dan “meşruiyet arayışı” olarak okunur, bu kaçınılmaz.

Öyle durumda da Trump’ın sözlerinin cilâlı taraflarını alır, zoka niteliğindekilerini es geçersiniz. Trump okumasında Erdoğan için Türkiye’ye satılacak ifadeler, “Müthiş adam” türü cümlelerdir. Ama devletler arası ilişkilerde bu cümlelerin içinin boş olduğu ve başka hesapları gizlediği bilinir. ““Rahip Brunson’ı serbest bıraktı. 35 yıllığına hapse atılmıştı. Bunu durdurması gerekiyordu. Onu aradım ve serbest bıraktı.” Alın bakalım bu cümleyi nereye koyacaksınız, bizim liderimizin kahramanlık hanesine mi, zaaf hanesine mi?

F-35’ler konusunda anlaşma yapabiliriz ama önce Erdoğan da bizim için bir şeyler yapmalı.” cümlesini “f-35 meselesinin çözülmesi” boyutuyla mı görmeli, yoksa bizim liderimizin karşılığında ne vereceği kaygısıyla mı?

Trump’la görüşmenin yapıldığı günün akşamı, iktidara yakın bir tv kanalında konu tartışılıyor. Şaşırtıcı olan, devamlı konuklardan bazısı “Amerika’ya – Trump’a güven sorunu”nu dillendiriyor. Program öyle akıp giderken, birde bire konuklardan birisi patlıyor. Resmen patlıyor. Meğer o zamana kadar Amerika’ya yönelik, Trump’ın güvenilirliğine yönelik, İsrail’in korunmasına yönelik eleştirilerden pek bunalmış, “Çok üzüldüm” diye haykırıp duruyor. Programı yöneten “Şekerin mi yükseldi ya da düştü?” diyor, bir şeker uzatıyor, ama kişi bağırmaya devam ediyor. “Çok üzüldüm kardeşim, çok üzüldüm.”

Neye üzülmüş olabilir?

Amerika eleştirilirse, güvenilmezliği vurgulanırsa, Trump’ın davranışları abartılı bulunur, sözlerinde bir mantık aranmayacağı ifade edilirse, Erdoğan – Trump görüşmesinin olağanüstü başarı niteliği de sarsılmış olur. İşte buna razı olunamaz.

Ben de diyorum ki, işte bu psikolojiyi okuyor Amerikan tarafı. Siz kendi liderinizi büyütmek için, görüştüğü herkese olağanüstü nitelikler yüklerseniz, karşıdakinin pazarlık gücünü beslemiş olursunuz sadece. O takdirde de adamın her jesti lütfa dönüşür.

Oysa Trump Trump işte. Amerikalıların yarısı onu seçti, yarısı da tepki gösteriyor. Tamam Amerika’yı yönetiyor ama her yaptığının doğru, insani olduğunu söylemek mümkün değil. Şu ana kadar İsrail’i, Netanyahu’yu destekledi, bütün cinayetlerde payı var. Tamam pazarlığımızı yapalım, ama Trump’a muhtaç olduğumuz psikolojisi ile değil.

Hem biraz beklemek de gerekiyor Trump’la ilişkinin niteliğini görmek için. Netanyahu ile pazartesi günü yapacağı görüşmeyi beklemekten söz ediyorum. Trump, Erdoğan masadan kalkarken sandalyesini geri çekerek jest yaptı. Geçmişte Netanyahu’nun altına sandalye sunarak jest yapmıştı. Sandalyeyi geri çekmekle altına sandalye sürmek arasında bir fark görmüş müdür Trump? Ne dersiniz?

Bir de Bahçeli’nin TRÇ’si var. Türkiye – Rusya – Çin ittifakı. Erdoğan Amerika’ya giderken o “ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı Türkiye, Rusya ve Çin ittifakı inşa ve ihya edilmeli” gibi bir beyanda bulunmuştu. Sanki Erdoğan’a “Al bunu cebine koy da git” dercesine. Sonra Erdoğan döndükten sonra şuna getirdi: “Askerî değil, NATO yükümlülükleriyle çelişmeyen sivil-ekonomik ittifak.” Ne dersiniz “ABD – İsrail şer koalisyonuna karşı” “Askerî değil, NATO yükümlülükleriyle çelişmeyen sivil-ekonomik ittifak” çok iş yapar değil mi? Yoksa hızlı bir tornistan ile karşı karşıya mıyız? Acaba neye borçluyuz bu tornistanı?

https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/su-mesruiyet-meselesi-1605355


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-DT9JLG88B3